top of page

KASAS SURESi iLK AYETLER BAĞLAMINDA "ULULUNAN" FİRAVUN

  • Yazarın fotoğrafı: Musa Gülyazı
    Musa Gülyazı
  • 19 Şub 2023
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 gün önce


ree

"Ululanmak." Türkçe okuduğumuz meallerin hemen hepsinde karşılaştığımız, ilk anda pek de tanıdık gelmeyen zihnimizde yeterli, tam bir karşılık bulmayan bir kavram. Ve amacı gereği orijinalde yazılı olan kelimeyi veya tümceyi mümkün olduğu kadar kısa, sade ve “anlaşılır” olarak karşılamak amacıyla Kasas suresi 4. ayetteki “ala” kelimesi için kullanılıyor. Amaca ne kadar ulaşıldığı sizin takdirinize kalmış. Benim kesinlikle böyle bir amacım olmadığını en başta söylemek istiyorum. Allah'ın ayetlerinin herhangi bir dili konuşan, herhangi bir insan grubu için “yabancı dil” olarak tanımlanması zannımca, en basit ifadeyle bu tanımlamayı yapan kişilerin bütün insanlığın tek Tanrısı olan Rabbimiz Allah’ın ayetlerini kütüphane raflarını dolduran iki kapak arasındaki herhangi bir kitap gibi düşünmelerinin bir sonucu. Böyle bir düşünceye sahip olmak bir yana tam karşısında durmak adına burada paylaşmayı umduğum Kur'an ayetlerinden öznel bakış açım ile çıkardığım herhangi bir sonucu olabildiğince geniş ifade etmeye çalışacağım. Bu amaçla önce söz konusu ayetleri ait oldukları sıralama ile paylaşıp sonrasında çıkardığım sonuçları aktaracağım. Bunu yaparken bütün bu ifadelerimin tamamen kişisel çıkarımlar olduğunu ifade etmek istiyorum. En başta bu açıklamayı yaptığım için yazımın devamında “ben böyle düşünüyorum”, "bence bunu anlatıyor” gibi vurguları sizi sıkmamak, gereksiz tekrar yapmamak adına elimden geldiğince kullanmamaya çalışacağım. Yazımın devamında karşılaşacağınız kesinlik ifade eden cümlelerimin bu önsöz akılda tutularak herhangi bir ayet veya konu hakkında ahkam kesmek için değil aksine sadece öznel fikirlerimin dışa vurumu olarak anlaşılması yazımın amacına ulaşması için elzemdir.


Kasas Suresi

1: Ta Sin Mim! 

2: İşte bu harfler açığa çıkartan kitabın göstergeleridir. 

3: Her koşulda yalnızca Rablerine güvenen bir kavim için Musa ve firavun hakkındaki doğru ve işitene büyük fayda sağlayacak haberlerden bir kısmını sana uygun şekilde adım adım takip ettireceğiz. 

4: Şüphesiz firavun o yerde "ala;" yükseldi ve ehlinin kendileriyle gücünü artırdığı kimseler olarak orada çoğalmalarını sağladı. Onlardan bir grubu güçsüz bırakıyor; oğullarının boğazını yarıyor ve nisalarına yaptıklarını gizliyordu ve şüphesiz o fesatçılardan oldu.


Amacım Kasas suresi 4. ayetteki “ala” kelimesi ekseninde 4. ayetten çıkardığım sonuçları aktarabilmek. Öncelikle "ala" kelimesin kök anlamlarına bakalım;

Ayn Lam Vav; Yüksek olmak, yükselmek, yüce olmak, şeref, itibar veya soy bakımından yüce ulu olmak, bir şeyin en üst kısmı, insanın yüksek bir yere çağrılması, güneş yükseldi, en üst kattaki oda, demirden yada taştan olsun örs, iri deve, sefil kelimesin zıddı. (1)

Kelimenin zıddı olan sefil kelimesi ise;

Sin Fe Lam; Aşağı alçak idi yada hale geldi, bir şeyin en aşağı en alçak kısmı, aşağı, adi, değersiz, bayağı kimse (2)


Firavunun “ala” yaptığı yer yeryüzü. Ve belirlilik takısı ile geçiyor. Yani firavun o yerin içinde “ala” yaptı. Ayetteki bu ifade firavunun sınırları belli bir bölgede yükseldiğini anlatıyor. Kelime hem soyut anlamda yüce, değerli, şerefli olmayı hem de makam, mevki, itibar olarak yükselmeyi kapsıyor. Ancak bu “ala” kelimesi geçtiği her yerde bütün bu anlamları aynı anda yansıtıyor demek değil. Ayetin orijinalindeki bu " عَلَا " kullanımını diğer ayetlerde aradığımda "ayn lam vav" kökünden aynı hareke, aynı çekim ekleri olarak yani birebir aynı kullanım olarak başka bir ayette bulamadım. Fakat firavun için bu ayetin dışında yine “ululandı” olarak çevrilen yunus 83, Müminun 46 gibi başka ayetlerde var. Bu yüzden bu ayetin genel anlamını merkez alarak burda "ala" kelimesine sahip olduğu kök anlamların ilki olan makam, mevki güç olarak yükselme anlamını ifade etmek için “yükseldi” olarak çevirdim. Yani firavunun bu ayetteki özelliği şeref bakımından yükselmesi yada pozitif kazanımlarla değerli, yüce bir hale gelmesi ve ya böyle olduğunu iddia etmesi değil sadece “makam, itibar, güç" kapsamında yükselmesi, bu açıdan yüksek bir makam sahibi olması. Bu sonuca ayet grubunun tamamındaki anlam bütünlüğünü dikkate alarak ulaştım. "Ala" kelimesinin sadece bu ayetteki kullanımını ele aldığımızı tekrar hatırlatmak istiyorum.


“Firavun o yerde yükseldi.” Bu cümleyi okuyan ve firavunu şahsen tanımayan herkes ister istemez tanımadığı, hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı firavunu tanımak için onun “o yerde yükselmesini" anlamaya çalışır. Bu, bugün bu koordinatta yaşayan bütün insanlar için aynıdır. İnsanın okuduğu şeylere anlam vermesinin yolu onu hafızasındaki bilgilerle karşılaştırmaktır. Hafızasında firavun denince karşılaştıracağı tam bir cevap çıkmadığı için odağını cümlenin diğer öğelerine kaydırır. Kur'an ilk indiği dönemde de muhatapların hiçbiri o an canlı, yaşayan, görüp bildikleri, tanıdıkları bir kimse hakkında kıssaya muhatap olmamışlardır. Kıssa kelimesi anlamı itibariyle "iz sürüp takip etmek, araştırmak" demek. Bu yolla Rabbimiz Kur'an'da ki kıssaların; tarihin herhangi bir döneminde yaşamış bir kişinin hayatını, yaptıklarını bize aktarmak amaçlı olmadığını "tarihin her döneminde bu ayetlerin can bulduğu insanları, karakterleri tanımamız, onlar hakkında bilgi sahibi olmamız ve bunlarla kendi yolumuzu seçmemiz" gayesini bize aktarır. Daha en başında ayet bize "doğru haberi sana ulaştıracağım" diyorsa bu bizim firavun hakkında sahip olduğumuz bilginin aslında yanlış, eksik, hatalı olduğunun beyanıdır. Bu yüzden hepimizin zihninde mevcut duran tarihin bir döneminde Mısır'da yaşamış bir hükümdar profilini bir kenara koyalım. Ve hiçbir bilgi sahibi olmadığımız bir kimse, kavram gibi odağımızı ayetin diğer kısmına geçirelim. Ve kesinlikle herhangi bir şekilde sınırlanamaz olan Allah’ın ayetlerinin bugün bize ne anlattığını anlamaya çalışalım. 2100 yılına veya 650 yılına ne anlattığını yada Mekke müşriklerine yada Hristiyanlara ne anlattığını değil.


İçimizden hiçbirinin hatırlayabildiği hafızasında Muhammed nebi ile Kur'an'ın indiği dönemde yaşadığı anılar yok. O dönemin kendine özgü yaşam koşulları hakkında hiçbir deneyimi hatırlamıyoruz. Deve üzerinde gecelerce yolculuk yapıp çadırlarda yatmadık. Elbette bugün deve hakkında bilgi sahibi olabilmek İçin deveye binmemize gerek yok. Bende tam bunu söylüyorum. Deve hakkında araştırma yapıp Kur'an'da ki deve kelimesinin geçtiği ayetler ve ilgili olduğu bütün ayetler hakkında bir fikir yürütebiliriz. Ve bunu sadece Rabbin vahyinde yer aldığı için yapmalıyız. Yapmamız gereken de bu. Ama bu Kur'an'ın ayetlerini anlayabilmek için 600 yılında deve üzerinde göç eden bir insanın zihnine sahip olmamız, onun gibi düşünmemiz gerektiğini göstermez. Yanlış olan bu. Rabbimiz zannımca hiçbir kulundan böyle bir şey istemez. Peki neden şimdi Kur'an ayetlerini anlamaya çalışırken o anda ki insanların bakış açılarını anlamaya çalışıyoruz. Niye onlar gibi düşünmeye çalışıyoruz. Bugün aynı şartlar altında beraber yaşadığımız milyonlarca insanın çok büyük bir kısmıyla bile aynı bakış açısına sahip olamıyorken, hayata zıt pencerelerden bakıyorken nasıl oluyor da 1400 yıl önce yaşayan insanlar ile hayata aynı yerden bakabileceğimize inanıyoruz. Bunu becerebilmemiz olanaksız. Ki yapsak bile kendilerine "tarihselci" diyen ve Rabbin ayetlerinin sadece indiği dönemdeki sosyal ve kültürel şartlara göre yorumlanması gerektiği ve sadece o döneme dair hükümler içerdiğini savunan kimselerle aynı düşünceyi paylaşmış olmaz mıyız?


“Yeryüzünde yükseldi.” Soyut anlamı olarak yükselme; makam itibar ve güç olarak yükselmeyi ifade ediyor. Naziat suresi 24. Ayette kendi dilinden Rab bize firavunun kavmine “Sizin o yüce Rabbiniz benim” dediğini bildiriyor. Elbette bu firavunun “yücelik” tasladığının en açık kanıtı. Yani firavunun yücelik tasladığını başka bir ayetten öğreniyoruz. Ve hiç kimse yeryüzünde gücünü, olanaklarını, makamını yükseltmeden kimseye yücelik, büyüklük taslayamaz. Doğu Anadolu’da bir köy muhtarı bütün gazetecileri çağırıp “Ben sizin yüce Rabbinizim” demez. Hoş dese de ona firavun değil meczup denir. Kesin olarak bu kelimeden anladığım firavunun o yerde güç, makam, itibar sahibi olduğudur. Bugünün şartlarında yazılı tarihin çok büyük kısmında olduğu gibi bu olanaklara sahip olan kimselerin bunlara paralel servetleri, maddi güçleri de artmıştır. Bu birliktelik uzadıkça sahibinin mülkü de artar ve genişler. Mülk kök anlamında sadece sahip olunan malı, serveti değil aynı zamanda yetki sahibi olmayı da barındırır. Mülkten kastım her ikisini de içerir. Kısacası buradan çıkardığım firavun özelliği onun “makam, yetki ve güç sahibi ve bunları kullanarak yeryüzünde belli bir yerde egemenlik kurmuş ve böylelikle de servet sahibi olarak paranın gücüne de ulaşmış bir kimse olması.”


Bugünden bir örnek verelim. Ülkemizin en büyük kentinin, en fazla yıldıza sahip otelinin sahibinin telefonu çalar. Arayan firavunun bütün seyahat programından sorumlu olan danışmanıdır. Elbette otel sahibi daha telefon çalarken arayanın kim olduğunu anlamış hemen sessiz bir yere geçmiştir. Danışman firavunun özel bir işi için geleceği günü, ne kadar kalacağını söyler ve hazırlıklara başlamasını ister. Otel sahibi ise “hemen efendim” der ve telefonu kapatır. Vakit geçirmeden otel müdürünü arar talimatlarını verir, otelin kral dairesi gerekirse o tarihte dolu olsa bile boşaltılır ve hemen ayarlanır. Normal şartlarda sadece zengin olmanız size bu gücü vermez. Sadece bir makamda oturuyor olmanız da size bu gücü vermez. Bir şehrin en prestijli otelini bir telefonla dilediğiniz zaman, dilediğiniz süre boyunca işgal edemezsiniz. İşte o yerde yükselen firavunun farkı bunu yapabiliyor olmasıdır.


O yerde yetki, güç, söz sahibi olan firavun için ayetin devamında “ve ceale ehleha şiyean” ifadesi geçiyor. "Ceale" fiilinde kılmak, yapmak, oluşturmak, var etmek anlamları mevcut. (3) ”Halkı” olarak çevrilen "elif he lam" kökü ise temelde "bir meskenin bir araya getirdiği kimseler" (4) anlamında. Aynı evde yaşayan kimseler. Sonrasında eve sürekli girip çıkan yakın kimseler yada akrabalar içinde kullanılır hale gelmiş. Ayetlerdeki kelimelerin kök anlamlarını incelediğinizde herhangi bir ayet için öyle tek düze, net, kısa cümleler kuramayacağınızı bunu yapmaya çalışmanın eninde sonunda sonuçsuz kalacak aciz bir çaba olduğunu fark ediyorsunuz. Bu kök anlamlar kişiyi düşünmeye, araştırma yapmaya, aklını kullanmaya yönlendiriyor.


Firavunun ehli; aynı evi paylaştığı kimseler yani eşi, oğulları, kızları ve yine eve kolaylıkla girip çıkabilecek kadar kendisine yakın olan kardeşleri, yakın akrabaları, yakın çalışma arkadaşlarıdır. Evde beraber kalan kimselerin hepsi aynı yemeği yer. Hayata bakış açıları birbirine çok yakındır. Ki aksi durumda genellikle evin en gençlerinde ortaya çıkan bir sorun olarak hayata başka yerden bakan, başka amaçlar fikirler peşinde koşanlar o evden ayrılırlar. Yine o eve sürekli girip çıkan akraba olsun olmasın en yakınlar o evin içinde neler olduğunu, kimin hangi karakterde olduğunu neyi sevip sevmediğini bilir.


“Şiyean” kelimesinin kök anlamı ise; yayılma ve kuvvetlendirme, kavim topluluk yayıldı ve çoğaldı, insanın kendisiyle güç, kuvvet kazandığı ve kendisinden yayılan kişiler. (5) Kelime hiç sağa sola eğilmeyecek kadar açık bir şekilde "etrafa yayılmayı, çoğalmayı, güç kuvvet kazanmayı" ifade ediyor. Açık Kur'an sitesi aracılığıyla baktığımda 12 ayette geçtiğini gördüm. Ve bu kök anlamı hepsinde ayet içindeki yerine yerleştirdiğimde herhangi bir şüphe duymadan anlamın bütün ayetler ile bütünleştiğini fark ettim. Meallerde yazan “çeşitli gruplar” çevirisini bu ayet ile de bağdaştıramıyorum.


Bulunduğu yerde yetki, güç ve söz sahibi olan firavun ayette bunlar ifade edildikten hemen sonra, bunları kullanarak kendi ailesinin, yakın akrabalarının ve aynı amaç için çalıştığı ortak değerler ve çıkarlara sahip olduğu yakın çevresindeki insanların söz sahibi olduğu o yerin her bölgesinde kuvvet, yetki sahibi kimseler olmasını sağlıyor. Yine Ragıp El Isfahani’nin Müfredatında verilen örnek gayet açıklayıcı; "İnsanın kendisinden güç kuvvet kazanıp yayıldığı kimseler." Yani firavunun evine girip çıkan bu kimseler firavundan güç kazanıp aldıkları bu güçle firavunun egemenlik kurduğu o yerde etrafa yayılıyorlar. "Ululanan firavun" egemen olduğu topraklarda kendisinden güç verdiği , önünü, yolunu açtığı, imkânlarını çoğalttığı bu kimselerin çoğalmasını onların kendi adına bu topraklarda söz sahibi olmasını istiyor. Ve ayette Rabbimiz “bunu yaptı” diyor. Firavun bunu başarıyor. Kendini diğer insanlardan yüce, ulu gören firavunun en yakınları o yerde güç sahibi kimseler olarak dört bir yana yayılıyorlar.


Ayet bir başka özel grup ile devam ediyor. ”Onlardan bir "taifi" güçsüz bırakıyor.” "Taif" kelimesi kök itibariyle" bir şeyin etrafında yürümek" (6) demek. Bir evin etrafında özellikle geceleyin korumak amacıyla yürüyen kimseler için de

kullanılıyor. "Tavaf" kelimesi de bu kökten. Kelimelerin arasındaki bu kök anlam itibari ile olan bağları gördükçe daha da hayran kalıyorsunuz Kur'an'a. "Ehil" kelimesinde gördüğümüz ev kavramını bu kelime ile de görüyoruz. Firavunu onun ehlini anladığımız evin etrafında onu korumak için yürüyen bir grup var. "Taif" kelimesi bunu ifade ediyor. Peki siz neden geceleyin bir evi korumak için onun etrafında dolanırsınız. Çünkü o ev ile güçlü bir bağınız vardır. O kadar güçlü bir bağdır ki bu; gece kendi eviniz, aileniz kendi güvenliğinizi hiçe sayar o evin güvenliği için onun etrafında dolanırsınız.


Yine bir örnekle anlatmaya çalışayım. Dünyada bir ülkede mevcut iktidarı elinde bulunduran yönetimi, yine aynı ülkenin askerleri iktidardan indirmek için darbe yapma teşebbüsünde bulunur. Ortalık karışır tabi. Kim kime dum duma bir ortamda halkın büyük çoğunluğu evinde ne olduğunu anlamaya çalışırken mevcut iktidara yakın olan, mevcut iktidar partisinin yıllarca üyeliğini yapan, oylarını sürekli olarak onlara vermiş bir grup insan genel başkanlarını bu darbe girişiminden korumak için kendi evlerini, çocuklarını bırakıp genel başkanın içinde olduğu evinin etrafında toplanırlar. Eve üniformalı hiç kimsenin girmesine izin vermezler. Çünkü o ev onlar için bir simgedir. O ev o partinin, onların hayat görüşünün, icraatlarının, geleceklerinin lideri olan genel başkanın evidir. İşte bu derece bir sahiplenmeyi yapan kimseler "taif" kavramının içine girer. Ayette bahsedilen "taif" de tıpkı örnekteki gibi firavunun fikirlerini, hayat görüşünü sahiplenen onun yolunu yol edinen kimselerden oluşur.


Kavramlara alışılagelen meallerden farklı bir yaklaşım sergilediğim için bu bölümü çok uzun tutmak istemiyorum. Akılda kalması adına kısa makaleler daha isabetli olacak gibi. 2. bölüm ile devam edeceğiz.



Kaynakça

1: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 1028

2: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 722

3: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 333

4: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 163

5: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 822

6: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 931


  • Facebook
  • LinkedIn
  • Twitter

©2022, Anlamadair tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page