top of page
Yazarın fotoğrafıMusa Gülyazı

RABBİMİZ NEDEN-NASIL MİSALLER VERİR?

Rab#rad#misal#mesel#kur'an#sure#ayet#meal#tefsir#mesel#metafor#müteşabih#mesani#mecaz#



"Allah misaller verir." Rad suresi 17. ayet bu şekilde bitiyor. Rabbimiz Allah hak ve batıl kavramlarını bize öğretmek için selin üzerinde akıp giden köpük ile değerli madenlerin yakılmasıyla ortaya çıkan cürufu kullanıyor. Temelde her ikisi de soyut kavramlar olan hak ve batılı anlayabilmemiz için somut kavramları kullanıyor. Soyut ve somut kavramları tanıyarak konumuza giriş yapalım.


Beş duyu ile algılanan, zihinde tasarlanan bir nesneyi ya da varlığı gösteren kavramlar somut kavram, nesnelerin oluş tarzını ifade eden kavramlar da soyut kavram olarak nitelendirilir. Soyut kavramlar tek tek varlıkları değil, bu varlıkların ilişkisinden ortaya çıkan genel niteliği gösterir. (1) Örneğin insan beş duyu ile algılanan, işitilince kolayca zihnimizde bir tasarımı var olan bir varlık olarak somut bir kavramdır. İnsanlık ise insan denilen varlıkların ilişkisinden ortaya çıkan ve beş duyu ile algılanması mümkün olmayan zihnimizde görsel bir tasarım, bir suret oluşturmayan soyut bir kavramdır.


Somut kavramlar yaşadığımız dünya içerisinde üzerinde gözlem yapabildiğimiz ve farklı duyularımız ile algılayabildiğimiz için haklarında yeterli bilgi ve deneyim sahibi olduğumuz kavramlardır. Bu yüzden onları tanımlamak da soyut kavramlara nisbeten çok daha kolaydır.


Somut kavramlar hayatın rutin akışı içerisinde madde olan bedenimiz ile deneyimleyebildiğimiz kavramlardır. Her gün yediğimiz yemekler, ulaşımda kullandığımız bütün araçlar, iş yerinde veya okulda kullandığımız bütün araç gereçler somut birer nesnedir. Hayatı en kısa yoldan; deneyimleyerek öğrenmeye çalışan kimseler olarak bebeklikten itibaren somut nesneleri çok çabuk öğreniriz. Bir yemek kaşığının işlevini dokunarak, dişleyerek öğrenmek bebek için çok kolaydır. Ancak yemek vaktinde oyun oynamak için sofradan kalkmaya çalışan bir bebeğin bu isteğinin neden geri çevrildiğini anlaması imkansızdır.


Soyut kavramlar her zaman somut olanlarına göre daha üst düzey bilgi ve deneyim gerektirir. Bütün algımızın, gerçekliğimizin beş duyuya bağlı sinyaller ile oluştuğu yanılsamasına mahkum bir insanlık olarak göremediğimiz, koklayamadığımız, tadamadığımız, dokunamadığımız “şeylerin” varlığını anlamak ve anlatmak da somut olanlarına nisbeten çok daha zordur.


Zannımca bu sebepledir ki Rabbimiz de Kur’an’da anlattığı soyut kavramları, bizlere algıladığımız dünyadaki somut kavram ve olayları örnek göstererek onlar ile benzeştirerek anlatır. Şimdi bu yöntemin bileşenleri olarak ayetlerde gördüğüm kavramlara bakalım. Yine Rad 17 ile başlayalım.


Rad 17: Gökten bir su indirdi. Vadiler kendi ölçüsünce dolup aktı. Sel yükselen köpüğü yüklendi. Bunun “misluhu”; benzeri, eşdeğeri, simgesi olan bir köpük de onların ziynet yahut meta yapmak için ateşte yaktıklarında da vardır. Allah hakkın ve batılın “can bulduğu örneği” böyle dile getirir. Köpük dışarıya atılıp gider ve insanları hayra ulaştıracak olan ise yeryüzünde kalır. İşte Allah “benzerlerin can bulduğu örnekleri” böyle dile getirir.


Misluhu; Mim-se-lam kökü: Temelde ayağa kalkıp dikilmektir. Bir nesne biçimlendirilerek tasvir edilerek ya da resmedilerek ortaya konuldu. Biri diğerini açıklasın diye aralarındaki benzerlikten hareketle bir şeyle ilgili söz söylemek. (2)


Arapça msl kökünden gelen misl مثل “benzer, gibi, örnek, eşdeğer” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça masala مَثَلَ “benzedi, gibi idi, simgeledi” fiilinin fail veznidir. Bu fiil Aramice/Süryanice mtl kökünden gelen metal מְתַל “. kıyaslama, benzeme, simge ve örnekle anlatma” fiili ile eş kökenlidir. Bu fiil Akatça maşālu “benzeme” sözcüğü ile eş kökenlidir. (3)


Misal kavramının Kur’an kavramları sözlüğü olan Müfredattaki ve sözlükteki anlamları bu şekilde. İki şeyin arasındaki benzerliği dilediğinizi açıklamak için kullanıyorsunuz. Birindeki herkesçe bilinen özelliği diğerini beyan etmek için kullanıyorsunuz. Zihinlerinde bu soyut kavramı anlamaları için onların eline somut kavramlar veriyorsunuz. Böylece zihninde görselleştirebildiği, tasarlayabildiği bir kavram olan kimseleri bu tasarımlarla düşünmeye yönlendiriyorsunuz.


Sözlükte misal kelimesi için hem benzer hem de eşdeğer karşılığı var. Kur’an'da bu yansımayı “ke” edatı ile görüyoruz. ”Ke meseli” şeklindeki kullanım bu iki şeyin birbiriyle eşdeğer, tıpkı, aynı özelliklere sahip olduğunu ifade ediyor. Ayette misal kavramının birlikte kullanıldığı diğer bir kelime ise “darabe”.


Dad-ra-be kökü; Bir şeyi bir şeyle vurmak. Ayaklarla yere vurmak yürümektir, çadırın kazıklarını vurarak çakmak, etkisi başkasında ortaya çıkan bir şeyin dile getirilmesi. (4)


İki şey birbirine vuruluyor kök anlamda. Vuran şeyin vurulan şeye yaptığı bir etki var temelde. Ve bu etki başka bir şeyde ortaya çıkar ise bu ayrıca dile getiriliyor. Bir çekiçle bir aynaya vurduğumuzu düşünelim. Bu vurma eylemimizin sonucu olarak ayna kırıldı ve kırılıp yere düşen aynada evdeki koltuğun yansımasını gördük. Bu örnekte aynaya çekiç ile vurmak da “darabe” , bunun etkisi olarak ortaya çıkan “aynada koltuğu görmemiz” de yine "darabe" fiilinin kapsamına giriyor.


Kur’an'da "darabe" fiili ve konumuz olan misal kavramı birlikte kullanıldığı bütün ayetlerde Rabbimiz iki şeyi karşılaştırıyor. Yine yalnızca misal kavramının geçtiği tüm ayetlerde de benzerlikleri anlatılan veya karşılaştırılan iki şey var. Karşılaştırılan bu iki şey kavramın kök anlamındaki “birbirine vurulan iki şey”. Rad 17 de karşılaştırılan iki şey hak ve batıl. Bunlar birbirlerine vuruluyorlar ve sonucunda olan şeyler olarak da; köpüğün ve cürüfun akıp gitmesi ve hayra ulaştıracak olanın yerde kalması ise etki sonucu ortaya çıkan şeyler olarak ayette dile getiriliyor. Ben bu aşamaları bir bütün halinde tanımlamak için "can bulduğu örneği" mealini veriyorum. Kur’an'daki kelimeleri Rahman'ın öğrettiği gibi derinlemesine düşünerek anlamaya çalışmak gerekiyor. Kadının dövülmesine ruhsat verilen bir kelimedir “darabe” kökü. Konumuz bu değil ama en azından ayetler hakkında meal çalışması yaparken biraz daha düşünmek, elini vicdanına koymak gerektiğini söylemeliyim. Bir ayete daha bakalım.


Araf suresi 176: Eğer seçimimiz doğrultusunda olsaydı bununla onu yükseltirdik. Lakin o yeryüzünde öylece sürekli kalacağı düşüncesine saplanıp kaldı, batıl düşüncelerine ve yakın hayatın arzularına tabi oldu. Onun durumu şu köpeğin durumu ile aynıdır; Yükünü üzerine alıp yüklense de dilini sarkıtıp solur yükünü bıraksa da dilini sarkıtıp solur. İşte bu ayetlerimiz karşında yalan söyleyen o kavimlerin örneğidir. Sen bu kıssanın izini onlara göster ki tefekkür etsinler.


Bu ayette ise misal kavramının “Ke” edatı ile birlikte bir kullanımını görüyoruz. Rabbimiz kendisine ayetlerden öğrettiği ve öğrendiklerine kafirlik eden kimselerin, kavimlerin nasıl bir hal üzere olduklarını anlatmak için bir köpeği kullanıyor. Köpeklerin yaz aylarında dillerinin sürekli dışarda olduğuna şahit oluruz. İnsanlarda olan ter bezleri köpeklerde olmadığı için vücut ısılarını düşürmek amacıyla köpekler dillerini sarkıtarak nefes alırlar. Terleme; vücuttaki suyu kullanarak vücut ısısını düşürmek ve suyla beraber varsa toksik, zehirli maddelerden kurtulmaktır. İnsanlar sıcağın, hararetin çözümünü soğuk suda bulurlar. İçtikleri suyla beraber vücutlarındaki atılması gereken atık maddelerden de kurtulmalarını sağlayan; terleme yoluyla vücut ısılarını düşürerek serinlerler. Ancak köpeklerde ter bezleri olmadığı için soğuk suyu içseler bile suyu hem vücut ısılarını düşürmek hem de atıklardan arınmak için kullanamazlar. Bu sorun için yapabildikleri tek şey dillerini hızla dışarı sarkıtarak hava ile serinlemeye çalışmalarıdır. (5) Yani içip yüklendikleri su onları temizleyip serinletmez. İşte Rabbimiz bu örneğin ayetlerini yalanlayan kavimlerin örneği olduğunu “ke” edatı ile de birebir aynı örnek olduklarını bize anlatıyor. Ve bu eşdeğer olma anlamını "misal" kavramı yükleniyor.


Burada bir nefes alalım. Konuya soyut ve somut kavramları ifade ederek başladık. Hayatımızdaki bütün kavramları, kelimeleri temelde soyut ve somut kavramlar olarak nitelendirebiliriz. Bu bakış açısında açıkta, dışarda kalan hiçbir kavram kalmaz. Okuduğumuz herhangi bir kitabın içerisindeki bütün kavramları soyut veya somut olarak sınıflandırabiliriz. Geriye kalan bütün edatlar, bağlaçlar, noktalama işaretleri ve kelimeler söz konusu kavramların anlaşılması için bir metinde kendilerine yer bulurlar. Asıl amaç kavramları, olayları anlatmaktır. Olayların tamamı da yine kavramlarla anlatılırlar. Yani bütün mesele somut ve soyut kavramları anlayabilmektir. Somut kavramların anlaşılmasının çok daha kolay olduğunu da hatırladığımızda geriye bütün mesele olarak soyut kavramların anlaşılması kalıyor. Ve bu merkezde şu ana kadar misal kavramını ve bu bağlamda darabe fiilini gördük. Rabbimiz soyut kavramları bize dış dünyadaki olay veya nesneler ile benzeştirerek anlattı. Şimdi bakış açımızı genişletelim ve konuyu bir adım daha ileriye taşıyalım.


Zümer 23: Allah sözün en güzelini müteşabih; birbirine benzeşen, mesani; ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rablerinden huşu duyan akıl sahiplerinin derileri ondan ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikri; hiçbir koordinatta değişmeyen doğru bilgiyi öğretmesiyle yumuşar. İşte bu Allah’ın yol göstermesidir. Allah bununla seçimi doğrultusundaki akıl sahibine yol gösterir. Ama hangi akıl sahibini yanlış beklentiler içinde saptığı yanlış yolda bırakırsa da artık ona yol gösteren olmaz.


Rabbimiz Zümer suresi 23 de kullarına yol gösteren ayetlerini müteşabih ve mesani bir kitap halinde indirdiğini söylüyor. Peki bu satırları okuyana kadar da çok büyük ihtimalle hakkında en az birkaç şey duyduğunuzu düşündüğüm müteşabih ve mesani kavramları neyi ifade ediyor?


Ayette “Müteşabihen “ olarak geçen kavramın Ragıb El İsfahani’nin Müfredat isimli eserinde “nitelik açısından benzerlik” anlamına geldiği ifade ediliyor. ”Soyut veya somut olsun iki şeyin birbirine benzerliğinden dolayı ayırt edilememesidir” deniyor. (6) Nitelik ise aynı türden aynı özellikler içermelerini kapsıyor. Somut bir müteşabihe yani benzerliğe örnek verecek olursak “Dünyanın en yüksek gökdeleni everest dağı kadar yüksekmiş” dersek her ikisininde gözle görülebilecek, ortak, benzer bir özelliği olarak yükseklikleri bir müteşabih yani benzeşme ifade eder. Soyut anlamda ise “Ahmet tilki gibi kurnazdır” dediğimizde tilkinin gözle görünmeyen bir özelliği olan kurnazlığına Ahmet'in de sahip olduğu her ikisinde de bu özelliğin benzer; müteşabih olarak bulunduğu anlamı çıkıyor.


Burda dikkat etmemiz gereken farklı bir nokta var. Yukardaki her iki örnekte de karşılaştırılan yani birbirleriyle benzeştirilen iki kavramın her ikisi de somut kavramlar. Everest dağı da, gökdelen de somut bir kavram. Yine Ahmet bir insan olarak, tilki de bir hayvan olarak yine somut kavramlar. Yani amaç soyut bir kavramı somut bir kavramla açıklamak bu yönde bir benzerlik kurmak değil. Amaç mevcut olan iki farklı somut şeyin birbirlerine nitelik açısından ayırd edilemeyecek kadar çok benzediklerini ifade etmek. Nitelik de aynı özelliklere sahip olmalarıydı. Yani ayette Rabbimiz bize sözün en güzeli olarak tanımladığı ayetlerin özelliği olarak onları birbirleri ile aynı özelliklere sahip farklı somut kavramları aynı anda içeren bir kitap halinde indirmiş olduğunu söylüyor.


"Mesani" kavramı ise yine Ragıb El İsfahani’nin Müfredatında; “ikişerli iki kere sayılan şey, iki ucu birleşen iple her iki ayağını bağlamak” (7) anlamlarına geldiği ifade edilmiş. Müteşabih kelimesi ile açıklanan aynı özelliklere sahip olma durumunun mesani kelimesi ile iki şey arasında olduğunu anlıyoruz. Ayetin orjinaline bakıldığında kitabın sıfatları olan bu iki özelliğin ayette arada herhangi bir bağlaç veya duraksama olmadan birlikte kullanıldığını görüyoruz. Bu ikisi birlikte bir anlam bütünlüğü oluşturuyor. Kitabın özelliği “özelllikleri açısından birbirinden ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzeyen somut iki şeyi aynı anda ifade eden bir anlatım” içermesi. Yukarıdaki örneklerle de anlaşılacağı üzere bu iki şeyden birinin özelliği diğerinde de geçerli.


Misal kelimesi ile gördüğümüz benzerliğin anlatımı ile bu ayette gördüğümüz benzerlik ve onun anlatımı birbirinden farklı ayrıntılara sahip. Bu durum Kur’an'da kullanılan hiçbir kelimenin kesinlikle başka bir kelime ile birebir aynı anlama gelmediğinin kanıtı. Yani siz “şekk” kelimesine de “rayb” kelimesine de “şüphe” olarak meal veremezsiniz. Kesinlikle arada bir fark olmalı. Peki "Müteşabih ve Mesani" kavramlarının ifade ettiği anlatım neyi ifade ediyor. Şimdi bunu Kur’an'da arayalım.


Fussilet 53: Onlara ayetlerimizi "Ufuklarda"; doğada, çevrelerinde ve kendi nefslerinde; iç dünyalarında gerçekten hak olduğu delilleriyle açıkça ortaya konana kadar göstereceğiz. Rabbinin her şey üzerinde şahit olması kâfi değil midir?


"Ufuk": Gök ile yer ya da deniz düzeyini hayali olarak ayıran çizgidir. Gerçek ufuk genellikle, ağaçlar, dağlar ve binalarla örtüldüğü için gök ile yerin birbirini kestiği bu noktalara görünür ufuk denir. (8)


Rabbimiz indirdiği ayetlerini; hak olduğu delilleri ile birlikte kesin olarak ortaya çıkana kadar dış dünyada ve kullarının kendi nefslerinde; iç dünyalarında beyan edeceğini vaad ediyor. Beyan; açık anlaşılır şekilde üzerinde bir örtü, bir kapalılık kalmayacak şekilde ortaya koymaktır. Gördüğümüz gibi yine iki şey var. Zümer suresindeki ayetten öğrendiğimiz birbiriyle aynı özellikler taşıyan iki şey bilgisini bu ayet ile birleştirdiğimizde bunlardan birinin dış dünyada, diğerinin kullların kendi nefslerinde yani kendi benliklerinde, iç dünyalarında olduğunu görüyoruz. Ve bunların ikisi de somut şeyler olmalı. Biri kendi benliğimizde olan diğeri dış dünyada olan iki somut şey arasındaki benzerlikler, aynı özellikler ile Rab bize bizi anlatacak. Ve tabi ki bu yöntemde yine bizi soyut olanların anlaşılması konusunda çok şey katacak.


Bu ayet ile bir nokta daha var değinmemiz gereken. Rabbimiz bu anlatımın amacı olarak bir şey daha söylüyor bizlere. Kur’an ile ilgilenen ona dair bir çaba içinde olan herkes kendi penceresinden ayetlere, ayetleri indiren Rabbin ne söylediğine dair bir düşünceye sahiptir. Meallere dair küçük bir araştırma yaptığımızda bu bilgi denizinde özellikle müteşabih ayetlere dair yüzlerce farklı bilgiye ulaşabiliriz. Rabbin ayetlerine dair insanların kendi bakış açılarından ne kadar da farklı düşünceleri, yorumları olduğuna şahit oluruz. İşte bütün bunların içinde Rabbin vaadi kendi ayetlerinin gerçek bilgisini ayırd etme yolu olarak insanlara bu bilginin dış dünya ve iç benlik de açık delilleri ile birlikte birbiriyle bütünleşecek şekilde uyumlu olması gerektiğidir. Yani bu iki şeyi bulup aralarındaki uyumu fark ettiğimizde ayetin bize verdiği mesajı doğru anladığımızı fark edeceğiz. Böylelikle sözler arasından “kavl’in ahsen olanına” yani “sözün en güzeline” ulaştığımızdan emin olacağız.


Yusuf suresi

1: Elif-lam-ra! Bu harfler açığa çıkartan kitabın göstergeleridir.

2: Onu biz “arapça bir Kur’an” ; “herşeyin anlamını yalın bir şekilde ifade eden” olarak indirdik ki böylece akledin; kavrayın.

3: Biz sana “el Kur’an’ı” ; “bu suredeki anlam kümesini” bildirmekle öncekilerin yaptıklarıyla bıraktığı izlerden en güzelinin izini gösteriyoruz oysa öncesinde duyarsız olan kimselerdendin.

4: Hani Yusuf babasına “ey babacığım ben on bir gezegeni güneşi ve ayı gördüm; algıladım ve fark ettim ki onlar benim için secde ediyor; otoritemi kabullenerek, bana yöneliyor potansiyellerini benim için kullanıyorlardı” demişti.


Yusuf nebi babasına on bir gezegeni, güneşi ve ayı gördüğünü söylüyor. Sonra da onların bana secde ettiklerini fark ettim diyor. Normal şartlarda dış dünyada gördüğümüz ne güneşin ne ayın ne de gezegenlerin bir insana secde etmesi olabilecek bir şey değil. Secde kelimesine ne anlam verirseniz verin dışardaki güneşin bunu bir insana yapması olacak şey değildir. Peki Rab neden böyle bir ifade de bulundu? Surenin son ayetlerinde görüyoruz ki; Yusuf ebeveynlerini ve kardeşlerini kendi hükümranlığına secde eder vaziyette, kendi tahtına getiriyor. Yani surenin tamamına baktığımızda güneş, ay ve gezegenlerin Yusuf'un ebeveynlerini ve kardeşlerini simgelediğini fark ediyoruz. Yalnız bu kavramların tamamı dış dünyadan. Ayet gereği bunların ifade ettiği bir de kendi iç dünyamızdaki karşılıkları olmalı. Bizi iç dünyamızda ki karşılıklarına güneş, ay gibi veya baba, kardeş gibi metaforlar ulaştıracak. Peki Rabbimiz surenin başında Yusuf'un ebeveynleri ve kardeşleri için gezegen metaforunu neden kullanıyor. Başka bir yazarın kelimeleriyle Metafor ne demek ona bakalım:


“Mecaz ve metaforik anlatım!

Mecaz, bir anlatım biçimi; metafor ise bu anlatımda kullanılan anlatım malzemesidir. Metafor, sanatçıya göre anlatımı güzelleştiren veya etkili kılan unsur; muhatabına göre ise okuma hazzı veren yahut anlamayı kolaylaştıran benzerlikten, anıştırma unsurundan ibarettir ki bu durum, okuyucu açısından çoğu kez bir "misal/örnek" işlevi görmektedir. Özet olarak şöyle ifade edilebilir: "Mecaz", "Bir şeye geçici olarak başka bir isim vermek" iken "metafor", verdiğimiz o ismin içindeki kavram, olgu, olay veya varlıktır. Bu noktada mecaz ile metafor asla aynı anlama veya duruma tekabül etmemektedir. Ancak “metaforik yaklaşım” veya “metaforik anlatım” sözü, bir ifade biçimini/tarzını işaret eder ki bu adlandırma mecazla kısmen de olsa örtüşebilir. Bu bağlamda "metafor, -bir şeyi- başka bir şey yoluyla anlamak ve deneyimlemektir".


Metafor Nedir?

Metafor kelimesi, Eski Yunancada bir kavramı, bir olguyu, kendinden daha öteye taşımak, olduğundan daha fazlasını yüklenmek anlamındaki Yunanca “phérō” sözcüğünden gelmektedir. Kelimenin etimolojisini yapanlara göre de “Metafor kelimesi, meta: öte ve pherein: taşımak, yüklenmek kelimelerinden mürekkeptir."


Metafor, bir durumu, sorunu, vakayı başka bir şekilde ifade etmek için kullanılır. Bir şeyi başka şeyle anlatmaya, benzetmeye yarayan mecazlardır. Mecaz sanatı sayesinde mesaja canlılık, derinlik ve güçlü bir anlam kazandırılır. Metaforlar dolaylı yoldan anlatımı sağladığı için mesajın kaynağa kişiselleştirilmeden iletilmesini sağlar. Bu yüzden de bilincin direncini kırar bilinçaltına işler.


Birisi bize hiç gitmediğimiz bir beldenin havasını anlatırken “Oranın havası çok sıcak ve nemlidir.” demesiyle “İnsanın gömleği vücuduna yapışıyor, insan nefes alırken boğulacakmış gibi oluyor.” demesi farklıdır. Birinci anlatım soyut bir tarif, ikincisi ise benzetmeyle (metaforla) yapılan bir anlatımdır. Bir düşünceyi benzetme, mecaz ya da metaforla anlattığımızda dinleyiciyi kendi düşüncemizin içine çeker, onun da bizim hissettiğimizi hissetmesini, düşündüğümüzü düşünmesini sağlarız.


Metafor Neleri Sunar?

Düşünme yetileri ve yaratıcılığı geliştirir.

Anlaşılması zor soyut kavramları somut hale getirir.

Bilimsel kavramların öğrenilmesi ve akılda uzun süre tutulması kolaylaştırılır.

Bilimsel düşünme ve problem çözme yeteneklerini geliştirir” (9)


Yukardaki ifadelerden bir şeyi anlamak için metaforların kullanıldığını görüyoruz. Yani Rab bizim bir şeyi anlamamız için önümüze onu anlatmakta kullandığı başka bir şeyi metafor olarak koyuyor. Örneğin bu ayette güneşi ve ayı metafor olarak kullanıyor. Ve bizler her gün sürekli görsel olarak bu metaforları görüyor, deneyimliyoruz. Ve bizler de bu metaforlar yoluyla Rabbin asıl anlatmak istediğini anlıyoruz. Ve bu yöntem doğası gereği anlaşılması zor, soyut kavramları anlamak, bilimsel kavramları öğrenip kolayca akılda tutabilmek, ve yine bilimsel düşünerek yaratıcılığı ve problem çözme yeteneklerini geliştirmek için kullanılıyor. Rabbin Yusuf suresi ayetlerinde önümüze koyduğu güneş, ay ve gezegenler bizim başka bir şeyi anlamamız için birer metafor. Yani Yusuf'a secde edecek olan şeyler bu metaforlar değil onların işaret ettiği, simgelediği aynı özelliklere sahip başka şeyler. Ve Fussilet suresinde ki ayet ile birleştirdiğimizde, dış dünyada olan, metafor olarak önümüze konan güneş, ay ve gezegenlerin yine somut olarak aynı özellikleri taşıyacak şekilde kendi benliğimizde, iç dünyamızda var olması gerekiyor. Bunun cevabını bulduğumuzda Rabbimizin güneş, ay ve gezegenler metaforunu bize neyi anlatmak için kullandığını fark edeceğiz.

Örneğin ışığın kaynağı olan güneşin hem dış dünya da hem iç dünyamızda neyin "simgesi, sembolü" olduğunu anlayacağız. Burada "sembol" kavramına da değinmem gerekiyor:


Sembol; en temel anlamı ile bir simge yoluyla bir kavramın uzlaşımsal olarak betimlenmesidir; Tüm simgeler doğaları itibarıyla kavramsal olup, sözel, görsel ya da sayısal olabilirler. (10)


Bir örnekle ifade edelim; Aslan Galatasarayın sembolüdür. Bu yüzden bütün Galatasaraylılarda sempati, ilgi ve sevgi uyandırırken Fenerbahçeliler için karşıtlığı uyandıran bir kavramdır. Temelde her iki grup içinde sadece bir hayvan olarak değerlendirilmesi gerekirken sonradan ona yüklenen anlam ile bir futbol takımının simgesi haline gelmiştir. Bu yine somut bir örnek. Peki mecaz olarak:


"Mecazi anlamda sembole, aynı anlamın iki ayrı temsilini birbiriyle irtibatlandıran bütün de denebilir. Buradan yola çıkılarak, sembol kavramı, içerdiği gizli anlama bağlı olan işitsel ya da görsel öğeye indirgenmiş bulunmaktadır." (10)


Semboller aynı anlamın iki ayrı temsilini birbiri ile irtibatlandırıyorlarmış. Yani dışarda gördüğümüz güneş; dışarda bize ışık veren, hayatın temel kaynağı olan güneş ile iç dünyamızda bize ışık veren "........" i birbiri ile irtibatlandırıyor. Görsel olarak gördüğümüz güneş içerdiği gizli anlama indirgenmiş özellikleri barındırıyor.


İnsan bilimin bir numaralı araştırma alanıdır. Kendi benliğine nefsine, iç dünyasına dair araştırma yapan her insan aynı anda bilimsel bir araştırma yapıyordur. Yani metafor olan güneşi veya ayı kendi bedeninde, benliğinde arayan insan doğal olarak önce güneş ve ay hakkında araştırma yapacak sonra Kur’an'daki ayetlerin rehberliğinde onların karşılıklarını kendi benliğinde, bedeninde arayacak ve böylece karşılaştığı bilimsel kavramları da öğrenmeye onları akılda tutmaya çalışacak. Ve nihayetinde öğrendikleriyle bilimsel düşünerek problem çözme yeteneğini de gelişterecek.


Şimdi doğal olarak hepiniz peki o halde güneş, ay ve yıldızlar metaforunun Yusuf'un ebeveynlerini, kardeşlerini ifade eden bu metaforların kendi benliğimizdeki iç dünyamızdaki onlar ile aynı özellikleri taşıyan yansımaları nelerdir diyeceksiniz. Haklısınız da. Fakat bu sorunun cevabı yazımızın konusu değil. Bu yazının içeriği Rabbin temelde en yalın hali ile "benzetme sanatı" olarak isimlendirebileceğimiz yöntemi Kur'an'da nasıl kullandığını örnekleri ile beraber ifade etmekti. Örnek kısmına maalesef bu metaforların iç dünyamızdaki karşılıklarını ekleyemiyorum. Kur'an'ı biraz araştıranlar tahmin edebilirler ki bu metaforların tamamı tek bir makalede ifade edilemeyecek kadar geniş kavramlar. Ve benim amacım kendi nefsimizdeki yansımaları beyan etmek değil.


Yusuf suresinin yukardaki ayetleriyle secde kavramına dair fikrimi de bu çerçevede aktarmak istiyorum. Secde kavramının temelde kökü "devenin sahibini üstüne çıkarması için boynunu kösmesi [eğmesi]" ve "meyve yüklü hurma dallarının, sahibinin rahat uzanıp toplamasına elverişli olarak eğilmesi" (11) demek. Ağacın eğilmesi anlamı daha sonra sadece eğilmek, bükülmek şeklinde anlaşılmış. Oysa ki her iki olguda da eğilme işleminin amacı sahibine kolaylık sağlamak için onun faydası için devenin veya ağacın sahibine yönelmesini, kendi potansiyelini onun için kullanmasını ifade ediyor. Ağaç örneği üzerinden devam edelim. Ağaç kendisinden istenen karşılığı vermiş kendisine yapılan su, güneş, budama gibi yatırımların tamamına cevap vermiş, fıtratına uygun olacak şekilde çalışıp ürünlerini bolca vermiş. Bu durumdaki bir ağacın meyvelerini sahibinin toplamasını kolaylaştıracak şekilde eğilmesi bu kavramla ifade ediliyor. Yani mevcut potansiyelini ağaç ortaya çıkartıyor ve bunu da sahibinin faydasına kullanmak için ona yönelerek dallarını ona doğru eğiyor. Ağacın gövde, kök, yaprak, dal gibi başkaca birçok bölümü var. Meyvelerde bunlardan biri. Hepsi aynı amaç uğruna aynı fıtratla bir araya getirilmiş şeyler. Aynı ham maddeden oluşan ancak farklı işler yaparak farklı şeyler ortaya koyan aynı türden şeyler. Surenin son ayetlerinden güneş, ay ve gezegenlerin Yusuf'un ebeveynleri ve kardeşlerini ifade ettiklerini görmüştük. Yani metaforik anlatımın dış dünyadaki yansımasından anladığımız Yusuf'un ebeveynleri ve kardeşleri Yusuf'a secde ediyorlardı. Şimdi bunu secde kelimesin kök anlamının üzerine bina edelim.


Yusuf'u, ebeveynlerini ve kardeşlerini aynı ağaç olarak düşünelim. Ki hepsi aynı soydan gelen, aynı misyonu yüklenmiş yani aynı meyveyi vermeleri beklenen ve yine aynı ham maddeden yapılmış, aynı türden kimseler. Yakup nebi de oğulları da nebilik misyonunun taşıyıcıları. Rab içlerinden inşa ettiğine nebilik veriyor. Yakup nebi babaları olarak ağacın kökü olsun. Dışardan gerekli bütün besinleri ağaca yani eve getiren baba, evdeki herkes bir nebi olan Yakup'tan besleniyor. Annede diğer ebeveyn olarak ağacın gövdesi olsun ki kökten aldığı besinleri dallara yani çocuklarına iletsin. Babanın dışardan getirdiklerini yemeğe çevirip kendilerine de çocuklara da yedirsin. Ve bu ağacın göğe doğru ayrı ayrı yükselen dalları da Yusuf ve kardeşleri olsun. İşte bu betimleme de kök olan baba, diğer ebeveyn olarak gövde olan anne ve diğer dallar olan kardeşlerin tamamı kendi fıtratlarını, kapasitelerini Yusuf'un faydasına ona yönelerek, onun hepsini bir araya getirmesiyle kullanıyorlar. Hepsi Yusuf'a secde ettiklerine göre hepsi Yusuf'un otoritesini kabullenip ona tabi oluyorlar. Hepsi ağaç içindeki işlerini Yusuf'un liderliğinde onun ölçülendirdiği şekliyle yerine getiriyorlar. Yani meyvelerini, potansiyellerini Yusuf için kullanıyorlar. Surenin 100. ayeti bana göre bu bakış açısının sağlamasını yapıyor. Secde kavramı benim gözümden bunu ifade ediyor. Bu kavramların tamamı "birbiriyle benzeşen ikişerli" anlatım çerçevesinde insan bedeninde, nefsinde de bir karşılığa denk geliyor.


Kur'an'da sadece güneş, ay veya gezegenler metafor olarak kullanılmıyor. Dışarda yaşadığımız deneyimlediğimiz dünyanın çok büyük bir bölümü Kur’an'da kendisine birbiriyle benzeşen ikili bir anlatım çerçevesinde metafor olarak yer buluyor. Bu metaforların simgelediği asıl kavramlara ulaşabilmek için ise en başta Kur’an'ı araştırmak onun yönlendirmesiyle hareket etmek gerekiyor. Siz bir nöroloji profesörü olabilirsiniz ki böylelikle insan ve onun benliği hakkında üst düzey birçok bilgiye, deneyime sahip olabilirsiniz. Ancak Kur’an’ı açıp anlamaya çalışmazsanız insana dair tonla bilgi sahibi olduğunuz halde; hayatın içerisinde her gün defalarca deneyimlediğiniz güneşin, ayın, gezegenlerin, hayvanların ve nicesinin önünden öylece geçer onlara Rabbin yüklediği anlamdan bir haber sadece nefes tüketirsiniz. Görünenin altında yatana bizleri ulaştıracak olan Kur'an'da gizli. Bu da son söz olsun.



KAYNAKÇA

1: https://www.felsefe.gen.tr/somut-kavram-ve-soyut-kavram-nedir/

2: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 1346

3: https://www.nisanyansozluk.com/kelime/misli

4: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 884

6: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 776

7: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker çevirisi, S: 299

bottom of page