Kur'an#Ayet#Sure#Tefsir#Meal#Hakka#İdrak#Hak#Karia#Semud#Hakikat
Hakka 1: "Hak olan"
2: Hak olan nedir?
3: Onun bilgisi sana ulaşmadı.
4: Semud ve Ad "O Karia'yı" yalanladı.
5: Bu yüzden Semud ölçüsünden çıkan o şeyle helak edildi.
6: Ad'ın helaki ise asi, karşı konulamaz bir rüzgar ile oldu.
7: Onu üzerlerine 7 gece 8 gün onlardan geriye hiçbir şey bırakmayacak şekilde sevk etti. O kavmi orada yıkılıp yere düşmüş görürsün. Sanki onlar içi boş hurma kütükleridir.
8: Onların kalıntılarında ilk hali üzere, bozulmadan sana ulaşan bir şey görüyor musun?
9: Firavun ondan önceki akıl sahipleri; "yönlerini değiştirenler" "o hata" ile geldiler.
10: Rablerinin gönderdiğine "isyan ettiler; kendi argümanları ile direndiler" O da onları gittikçe artan, kuşatan şekilde ele geçirdi.
Hakka suresi ayetleri ile "El Hakka" ifadesini incelemeye çalışacağız. Hak kavramı Kur'an'da birçok ayette çeşitli formlarda kullanılıyor. Kök anlamı ile ilgili şu bilgiler var; “Kelimenin kök anlamını ‘kemiğin oturduğu yuva, eklem yeri, mafsal’ anlamına gelen el-huk’tan yola çıkarak daha iyi anlamak mümkün. Omurga yuvasıyla mutabık değilse, mafsalda sorun var demektir. Kemikten sorumluluğunu yerine getirmesini beklemek için, kemiğe hakkını vermek gerekir. Onun hakkı da yuvasına oturmasıdır. Kapının örtülünce oturduğu yuvaya da "hukk" denmiştir. Bunlar uygunluğa işaret eder. (1) Kur'an'daki her kavramda olduğu gibi bu kavramda da bütün anlamlarının üzerine bina edildiği bir temeli var. Hak kavramında bu kök bana göre "uygunluk, mutabakat". Ki sözlükte de hak kavramı; "yasaya, hakikate ve erdeme uygun olma durumunu" ifade eder. Aynı kök İbranice de; taşa veya metale oyulan yazıyı, yasayı, kuralı ifade ediyor. (2) "Hukuk" kelimesi hak kavramının çoğulu olarak "haklar" demektir. Hayatın her alanında bugüne kadar edindiğimiz bilgi ve deneyimler ile her bir durum, ihtiyaç, sorun, gereklilik için uygun olan karşılığını, gereğini zaman içerisinde kural haline getirir, yazı ile belge ile kayıt altına alır, istisnaları ortaya çıkmış ise onları da kendine özgü durumlar şeklinde düzenleriz. Bu süreçte ortaya çıkan her bir sonuç, durum bize kayıt altına aldığımız bu kuralı ihlal edenler için uygulanacak yaptırım konusunda da yol gösterir, fikir verir. Son aşama olarak kuralın ihlalini de bir yaptırıma bağlarız. Bu süreçlerin tamamı Rabbin kusursuz tasarımı çerçevesinde kullarına yerleştirdiği fıtrattan bağımsız değildir. Bugün sahip olduğumuz bütün haklarımızın yani hukuk kurallarının hepsi bu aşamalar dahilinde ortaya çıkmıştır. Ve bu aşamalar bütün toplumlar için belli ilkeler çerçevesinde birleşse de özellikle sosyal hayatı düzenleyen kısımları her topluma özgü kurallar içerir. Her toplumun kendi ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olmalıdır. Siz Türkiye'de yaşayıp kültürel olarak neredeyse hiçbir bağınızın olmadığı İsviçre medeni kanunu ile aile hayatını düzenlemeye kalkarsanız İsviçre'nin tarihsel süreçte ihtiyaç duyduğu düzenlemeler, kendi iç dinamiklerine uygun düzenlemeler, yasalarla kendi vatandaşlarınızın gereksinimlerine cevap vermeye çalışır ve elbette başarılı olamazsınız.
Toplumlar kendi ihtiyaçlarına cevap veren yasalar ile ancak adaletle bir arada yaşayabilirler. İşte bu süreç içerisinde karşılıklı mutabık olarak temelde fıtrata ve ahlaka, özelde ise olaya, duruma, kişiye, zamana uygun olan şey "Hak'tır." Bu şekilde ortaya çıkmış ve bir araya getirilerek kayıt altına, güvence altına alınmış şey de "Hukuk'tur." Günlük jargonda hak bireysel, hukuk ise toplumsal bir anlam yüklenir. Kavrama yüklenen bu "uygun olma" durumu ortadan kalktığı an o şey "hak" olmaktan çıkar. Yuvasına oturmayan bir kemik, kasaya oturup tam kapanmayan bir kapı hak değildir. Hukukta suça denk ceza öngörülür. Burada ki denk olma durumunu ise "mutabakat" sözcüğü karşılar. Örtüşme, karşılıklı uyuşma demektir. Tencere kapağının tencereye tam oturmasından gelir. (3) Eski Türkçe 'de "ud" kökü; Uymak, ardından gitmek, izlemek demektir. Hak kavramının temeline koyduğumuz "uygun" kelimesi de, "uygulamak" fiili de bu kökten türemiştir. (4) Uygun olan şeye uyulur, ardından gidilir. Uygun olan haktır ve bu özelliğinden dolayı uygulanır. Konu Hukuk olunca "Müslim" olan bir kavmin başvuracağı ilk yer Kur'an olmalıdır. Kur'an bütün insanlar için indirilmiştir. Fakat sadece Allah'a teslim olup Kur'an ile "muttaki" olanlar için bir yol göstericidir. Rabbimiz Maide suresi 44. ayette "O Nebilerin" "Tevrat" ile hüküm verdiklerini, 47. ayette "İncil" ehlinin onunla hüküm vermesi gerektiğini söylüyor. 48. ayette ise Muhammed nebiye hitaben "Sana da bu kitabı O Hakk ile indirdik. Sende bu kitapla hükmet" diyor. Rabbimizin esmalarından bir tanesi de "El Hakk'tır." El Hakk olan Rabbimiz hakkı, hukuku, hakikati de elbette Kur'an'da açıklamıştır.
Hakka suresi ilk ayetteki "El Hakka" isim formunda marife bir kullanım. Aynı şekilde geçtiği başka bir ayet yok. Bu kökten türeyen ve dilimize de geçen bir de "hakikat" sözcüğü vardır. Türkçe de "gerçek" kelimesi ile karşılanır. Yine isim olarak "yalan olmayan doğru, gerçek olan şey" demektir. O halde El Hakka; uygun, olması gereken, olması uygun olan, gerçekleşecek, olacak şey demektir. Kesin bir doğruluğu ifade eder, yalanlanamaz, o ana kadar olan şeyler, yaşananlar onun olmasını uygun, gerekli kılmıştır. Ters yön işaretini fark etmeyip veya görmezden gelip o yöne girdiğinde "hak yönden" gelen bir araca çarpan bir sürücünün karşı tarafın maddi, manevi bütün kayıplarını yine hak olan yasalar çerçevesinde karşılaması ve cezai yükümlülüğü üstlenmesi ne kadar "uygunsa" o ana kadar yaşananlar da El Hakka'yı gerekli, uygun, kaçınılmaz kılmıştır. El hakka olmasaydı orada, o zamanda, o koşullar altında o insanlar için "hukuk" yerine getirilmemiş olurdu. Hak sahiplerine hakları teslim edilmemiş olurdu. Elbette "din zamanının Maliki" olan O zamanda tek Melik olan "Er Rahman" El Hakka'nın olmasını güvence altına almıştır. Örnekteki hiçbir sürücünün hukuk çerçevesinde yükümlülüklerinden kaçamayacağı gibi El Hakka'ya şahit olanlarda ondan kaçamaz, onu yalanlayamazlar.
Surenin 3. ayeti ile devam edelim. "Onun bilgisi sana ulaşmadı" diyor ayet. Orijinal ifade; "Ve ma edrake ma el hakkah." Siz diğer meallerde "onu sana bildiren nedir, onu nereden bileceksin" gibi ifadeler ile karşılaşıyorsunuz. Baştaki "Ve" bağlacı ayeti bir önceki ayete bağlıyor. Aynı konunun devamı olduğunu ifade ediyor. Ayette 2 kez "ma" edatı kullanılıyor. "Ma edrake" ifadesindeki "ma" edatı olumsuzluk edatı olarak kullanılıyor. "Edrake" kelimesi için Müfredat; bir tür hile ile elde edilen bilgi der. Türkçeye "idrak" olarak geçmiştir. İbranice "derek; yol" kelimesine dayanan kelime Arapçada yolun sonuna ulaşma olarak "ulaşma, erişme, varma" anlamındadır. (5) Bir konuda sonuca ulaşmak, cevaba erişmek olarak idrak etmeyi; anlamak, kavramak olarak kullanırız. Fakat bundan önce "bir zaman veya olaya erişme" anlamı Türkçede de kullanılır olarak kelimenin öncelikli tanımını içerir. Bu yüzden "ma edrake" sana ulaşmadı, erişmedi demektir. Bu ifade bu konudaki bilginin, anlamın muhatabına ulaşmadığını ifade etmekle birlikte; suredeki hitap olarak 2. tekil şahıs zamiriyle Muhammed nebiyi kast ederek gerçekleşmesi uygun olan o hakikat sana zaman ve olay olarak da erişmedi demektir. Sen ona Allah'tan vahiy alıp bunu duyuran Muhammed olarak şahit olmayacaksın anlamı çıkar. Bu olay o an vahye muhatap olan kullardan zaman olarak farklı bir zamanda gerçekleşecek, onların bilgi sahibi olmadıkları, o zamanın şartları gereği o kulların haklarını kendilerine teslim edecek ve kimsenin yalanlayamayacağı, kendisinden kaçamayacağı bir olay olacaktır. Bu olaya kadar yaşananlar neticesinde kim ne için hak sahibi oldu ise kim için ne uygun ise bu olay ile ona ulaşacaktır.
"Ve ma edrake" ifadesi birebir aynı şekilde 12 ayette geçiyor. Ve geçtiği her surede istisnasız mevzu bahis ne ise ona dair bir açıklama yapılıyor. O halde El Hakka'yı anlamak için sonraki ayetlere bakalım. 4. ayetteki ifade; Semud ve Ad " El Karia'yı" yalanladı. Kur'an bize konu ile ilgili yeni bir kavram verdi. "El Kari'a." Surenin bu ayetine kadar Rabbimiz hak, hukuk kavramlarının etrafında gerçekleşecek olan kimsenin yalanlayamayacağı bir olaydan bahsetti. Ve şimdi de Semud ve Ad kavimlerinin "Karia'yı yalanladığını" söylüyor. 5, 6, 7 ve 8. ayetlerde ise bu kavimleri ceza olarak hiçbir etkileri kalmayacak şekilde onları helak ettiğini söylüyor. "Kari'a kavramına" nasip olur ise daha sonra gireceğiz. Rabbimiz 9. ayette ise Semud ve Ad kavminin de dahil olduğu bir grup olarak Firavun ve ondan öncekilerin yönlerini değiştiren kimseler olarak "o hata" ile geldiklerini söylüyor. Daha önce riba kavramında da işlediğimiz bu ayetleri takip ettiğimizde "o hata" Rabbin gönderdiği vahye ve elçiye karşı çıkmayı, muhalif olmayı, yalanlamayı ifade ediyor. Rabbimiz El Hakka'yı açıklarken bu ifadeleri kullanıyor. Rabbin gönderdiği vahiy ve elçilerle gösterdiği yolu izlemeyip yönlerini değiştiren bu kavimlerin tamamı bu olayın özneleri olarak anlatılıyor.
"Yönlerini değiştirenler: velmu'tefikatu": Bulunması gerektiği kendi yönünden başka tarafa çevrilmiş her şey. Esmesi gereken yönden sapan rüzgarlar, aklı çelindi, haktan batıla çevrilmiş adam. (6)
Yine diğer bir kaynakta ise: Ufuk yerle göğün birleştiği zannedilen ve etrafımızı çeviren dairedir. Dönme anlamına, vazgeçme anlamına geldiği gibi ufka varılınca başka ufkun ortaya çıkmasına da “ifk” denir. Yanıltıcı demektir. Burada “kaf” “kef”e dönüşmüştür. (7)
Rabbin gönderdiğine karşı çıkan, yalanlayan kavimlerden bahsediyoruz. Diğer meallerde "alt üst olmuş kentler" olarak gördüğünüz kelimenin kök anlamları bunlar. Biz kök anlamlara sadık kalarak meal verip anlamaya çalışalım:
Ufka doğru bakıyorsunuz ve bir şey görüyorsunuz. Yanına vardığınızda ise bambaşka bir manzara ile karşılaşıyor ve gördüğünüz şeyin doğru olmadığını fark ediyorsunuz. Yanılmışsınız. Yanıltıcı olan ufuktaki görüntü sizi yanıltmış. Rabbimizin gönderdiği vahiy ve onunla görevli olan elçiye bahse konu kavimler bakıyor, nazar ediyorlar. Fakat yanılıyor mevcut olandan farklı bir şey görüyorlar. Yanıldıklarını ise ancak ufka vardıklarında fark edebiliyorlar. Yani onca zaman yanlış yöne gitmiş yanlış yolda ilerlemişler. Bulunmaları gereken yönde olmadıkları, yanılgıya düştükleri için aslında başka tarafa çevrilmiş oldukları ortaya çıkmış. Aklı çelindiği için yönünü haktan batıla çeviren kimseler olarak yine "El Hak" olan Rabbimizin hakikat olan ayetlerini yalanlıyorlar. Rabbimiz de onlara asla yalanlayamayacakları, bu tavırlarına, amellerine karşılık olarak en uygun şey olan onlara hakları, kazançlarını, cezalarını teslim edecek olan "olması gereken o hak olayı" vaad ediyor.
Rabbin ayetlerini yalanlayıp farklı bir tarafa yönelen bu kimseler için bir de "isyan etme" tabiri kullanılıyor. Rab tarafından gönderilen vahiy ve elçilere yani görevlilere "isyan ediyorlar." Şimdi bu kelimenin kök anlamlarına bakalım:
Asav, isyan etmek: Değnek, sopa, asa, ona değnekle vurdum. İsyan etmek itaatin dışına çıkmaktır. Aslı ise "kişinin kendini değneğiyle, asasıyla korumaya, savunmaya çalışmasıdır." (8)
Diğer kaynaklarda da aynı anlam mevcut. Kur'an'da Musa Nebinin asası olarak okuduğumuz kelime ile aynı kökten geliyor. Musa nebi asa için benim dayanağım (9) diyordu. Özellikle çobanların hemen hepsinin ellerinde bulunur. İşlerini yaparken en büyük dayanakları sopalarıdır. İsyan etmek olarak çevirdiğimiz formu için ise 'kişinin bu değneğiyle yani dayanağıyla kendisi koruması, savunmasıdır' denilmiş. Bu kavimlerin gönderilenlere isyan etmeleri demek o halde kendi dayanakları ile kendilerini savunmaları anlamına geliyor. Elçiler onlara Allah'ın ayetlerini bildirdiğinde onlar kendi dayanaklarına tutunarak ayetleri yalanlıyorlar. Yani kendi asaları ile kendilerini koruyorlar. Yanılgı içinde olan bu kavimler kendi dayanaklarına tutunarak kendi argümanları ile yönlerini haktan batıla doğru çeviriyorlar. Farklı yönlere sapıyorlar. Kur'an'da hak kavramının karşısında batıl kavramı kullanılır. Araştırıldığında yada incelendiğinde hiç bir sabitliği, ispatı, gerçekliği olmayan şey demektir. (10) Hak olanı yalanlayan bu kimselerin yönlerini çevirdikleri saptıkları şey ise batıldır. Allah'ın ayetleri hak olduğuna göre bu kavimlerin hakikate karşı geliştirdikleri kendi öznel argümanları yani asaları, değnekleri tam olarak batıl dayanaklardır. Ve nihayetinde gittikçe artan, çoğalan bir şekilde yakalanırlar. Hakka suresi 10. ayetin bu şekilde bitmesi o kimselerin adım adım ilerleyen bir süreçte, aşama aşama sona yaklaştıklarını ifade eder. Ve önceki ayetlerde anlatılan bütün olayların başlangıç noktası bu ayette dile getirilmiştir. O kavimler olması gereken yönden kendi yanılgıları yüzünden başka yöne dönerek Rablerinin gönderdiğine isyan ettikleri için bütün bu süreç gelişmiş ve El Hakka artık uygun, olması gereken kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
Buraya kadar edindiğimiz bilgilerin bir özeti ile bu bölümü tamamlayalım: Vahyin inişine birebir muhatap olan Muhammed nebi ve çevresindekilerin bilgisine sahip olmadıkları bir olay var. Bu olay vahyin indiği dönemden farklı bir zamanda gerçekleşecek. Bu olay Firavun ve ondan öncekiler olarak vahye muhalif olan, onu yalanlayan kavimler için bir karşılık olacak. Hakikati yalanlayan kimseler için yalanlayamayacakları kaçıp kurtulamayacakları bir olay olacak. O anda hukuk neyi gerektiriyorsa o gerçekleşecek. Ve o ana kadar vahyin yalanlanması, elçilere batıl dayanaklarla karşı konulmasına uygun bir karşılık olarak hak sahiplerine hakkı, kazancı neyse onu ulaştıran bir gerçek olacak. Ve bütün bu sürecin mimarı, başlangıcı olan şey ise vahyi yalanlayan kimselerin kendi yanılgıları sonucunda olması gereken yönden farklı bir yöne gitmeleri ve "isyan etmeleri: kendi asaları ile kendilerini korumaları: batıl argümanları ile vahye muhalif olmaları ve bu durumun adım adım çoğalan, gittikçe ilerleyen bir süreç ile gerçekleşmesi.
El Hakka ile başladığımız bu seriye 2. bölümde El Kari'a ile devam edeceğiz.
6: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 136
8: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 1003
10: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 216