kur'an#sure#ayet#tefsir#meal#inkar#nekir#
"Allah'ı inkar etmek" Kur’an'da kullanılan bir kavram olarak rasyonel bir tanımlama. Başlığımızda geçen “inkar etmek” kavramının kökü Arapça ve Aramiceye kadar uzansa da Türkçe konuşan kimseler olarak bizde bıraktığı mana Türkçeye geçerken edindiği anlam. Kur’an'da ki birçok kelimede olduğu gibi bu kavramda dilimizde anlamlandırdığımız şekliyle anlam kaymalarına uğramış. Ve bugün derdimiz bu kavrama Rabbin yüklediği hak manayı aramak olacak. Her zaman ki gibi en başta kavramın kökeninden başlayacağız.
Nun Kef Ra; Bilmemek, tanımamak, kalbe kişinin tasavvur etmediği bir şeyin gelmesi, ayn ra fe (bir şey idrak etmek, tanımak) kökünün zıddı, Aramice yine bilmemek, tanımamak, Akadça ise yabancı tanınmayan" (1) anlamı mevcut.
Kavram için Müfredatta ve diğer tüm kaynaklarda ortak anlam olarak bir şey hakkında bilgi sahibi olmamayı, onu bilmemeyi, tanımamayı görüyoruz. Peki bizler başlığımızı ilk okuduğumuzda aklımıza gelen anlam bu muydu? Hayır. Hepimizin aklına hemen hemen bütün meallerde aynı merkezde şekillenen haliyle bu kavrama verilen meal olarak “yalanlamak” anlamı geldi. Kur’an'ı kendi kök anlamları çerçevesinde anlamaya çalışan kullar olarak görüyoruz ki kavramın sahip olduğu anlam ile ona bizim yüklediğimiz anlam arasında çok fark var. Kur’an'da yalanlamak olarak çevirdiğimiz ve doğru meal verdiğimiz “kezzebe” (2) fiili var. Fakat çoğu meal yazarı tarafından bu fiile de yalanlamak anlamı veriliyor. Şöyle ki;
Mülk 18: "Ve lekad kezzebellezine min kablihim fe keyfe kane nekir."
Andolsun onlardan öncekiler de yalanlamıştı. Beni inkar etmenin sonucu nasıl oldu!?
Diyanet işleri başkanlığının bu mealini okuduğumuzda ve kavramın Türkçede edindiği anlam itibariyle bu ayetten önceki kavimlerin Allah'ı yalanladıkları ve bu yalanlamanın inkar etmek olduğu ve bunun karşılığının verildiğini anlıyoruz. Mealde yalanlamak; “kezzebe” fiili ile "inkar" ise “nekir" olarak orijinalde geçiyor. Ama okuduğumuz mealden yapılan iki farklı iş, kavram olduğunu anlayamıyoruz. Diyanete göre yalanlamak ve inkar etme olarak verdiği bu iki kavramın esasta anlamları aynı. Meal bize bunu söylüyor. Aynı ayet için bir başka meale bakalım.
Mülk 18 "Doğrusu, daha önce yaşamış olanlar(ın birçoğu) da (Benim uyarılarımı) yalanlamıştı. Ve Benim (onları) yok sayıp dışlamam ne korkunçtu!" (4)
Muhammed Esed'in mealinde ise nekir kelimesi “yok sayıp dışlamak” olarak anlam bulmuş. Muhammed Esed "bilmemek, tanımamak" köküne "yok sayıp dışlamak" anlamı vermiş. Ki uzak bir anlam değil. Yalnız bütün mealler orijinaldeki "nekir" fiilini “Allah’ın kul tarafından inkarı “ olarak çevirirken Muhammed Esed burda bu fiili sanki Allah yapıyormuş gibi meal vermiş. Bu meale göre "nekir" yapan yani Esed'in meali ile "yok sayıp dışlayan" Allah'ın kendisi. Oysa orijinalde okuduğumuz anlam Allah'ın "inkar edilmesi". Aynı ayette hem yalanlamak hem nekir fiili olunca belli ki her iki farklı kelimeyi aynı anlam ile karşılamak istemeyen bu ve birkaç mealde de maalesef çıkış yolu olarak fiili yapan fail değiştirilmiş. Böylelikle Allah’ın kendini yalanlayan kullara ceza olarak onları yok sayıp dışladığını ifade etmişler. Bu durum "Benim inkarım" şeklinde meal verilen kısım olarak "nekiri" ifadesine bakış açısından kaynaklanıyor. Sadece bu ifade ile kesinlikle yanlış bir meal olarak değerlendirmek mümkün değil. Ancak bütündeki anlama baktığımda bu yaklaşım bana doğru gelmiyor.
Peki bana göre doğru anlam ne. Elbette çok basit; kelimenin kökü ne ise acaba oraya oluyor mu oturuyor mu diye düşünmeden bütün kelimelere kendi kök anlamları çerçevesinde meal vererek ayeti anlamaya çalışmalıyız. Bir yanlış var ise de ayetin orijinalindeki fiili, faili, anlamı değiştirmektense bakış açımızı değiştirmeliyiz.
Mülk 18: (Yinelenen bir eylem olarak, hala devam eden bir süreç olarak) (3) Onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki nasıl oldu beni tanımamak, bilmemek."
"Allah'ı tanımamak" ne demek. Ayetten benim anladığım Rabbi yalanlayanlar O'nu tanımadıkları için bu yalanlama eylemini yapabiliyorlar. Yani ikisi aynı şey değil. Kullar Rabbi tanımıyorlar O’nun hakkında yeterli bilgileri yok. Bu yüzden yalanlıyorlar. İki kavram arasında sebep sonuç ilişkisi önceki meallerin tersine bir anlamı yansıtıyor. Yalanlamak kavramına bakalım.
Yalanlamak; "(haber, söz vb. için) gerçek olmadığını, doğru olmadığını bildirmek, yalan olduğunu açıklamak." (5)
Birine bir söz söylüyor veya ona bir haber veriyorsunuz. O kişi ise bu sözün veya haberin gerçek olmadığını düşünüyor. Doğru olmadığını düşünüyor ve duyduğu bu sözü yalan olarak anlamlandırıyor. Yine aynı sureden bir örnek verelim.
Mülk 9: Şöyle dediler "Evet, (Yinelenen bir eylem olarak) bize uyarıcı geldi ama biz onları yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi siz ancak yanlış bir beklenti içinde büyük bir sapmışlığın içindesiniz" dedik.
Rabbimiz elçiler göndererek bir toplumu uyarıyor. Bu uyarıyı duyan bu topluluk ise elçinin kendilerine söylediklerini yalanlıyor. Yani "Senin söylediklerin gerçek değil, doğru değil Allah hiçbirşey indirmedi, senin bu söylediklerin vahiy değil" diyorlar. "Senin bu Allah’ın yolu, ayeti olarak bize haber verdiğin şeyler ancak yanlış beklentiler içinde olan, yoldan iyice sapmış bir kimsenin sözleri olabilir. Ne sen Allah’ın gönderdiğisin ne de bu söylediklerin O’nun indirdiği değil" diyorlar.
Şimdi örneğimiz üzerinden son paragraftaki bu ifadeleri biraz daha araştıralım. Elçinin tebliğ yaptığı toplum elçiyi "dalalet" ile yani kök anlamı itibariyle "belli olan açık yoldan, yönden sapmayla, hatta büyük bir sapmayla suçluyorlar". Yani "Yolu da ,vahyi de Allah’ın ne söylediğini, söyleyebileceğini de biz gayet iyi biliyoruz asıl senin bu söylediklerin Allah ile O’nun yolu ile bağdaşmıyor, hatta sen tersine bir yoldan gidiyorsun, yanlış beklentiler içine giriyorsun, senin bu söylediklerin bu kadar uzak, yanlış şeyler" diyorlar. "Senin bu Allah'ın indirdiği dediğin bu ayetler var ya kesinlikle O’ndan gelmiyor. Allah böyle sözler indirmez" diyorlar. Ve böyle düşünceleri, inançları sonucunda Allah'ı, O'nun ayetlerini yalanlıyorlar. Rabbimiz Allah'ı çok iyi tanıdıklarını O'nun hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ve bu bilgilerinin kesin doğru olduğunu zannediyorlar. "Tanrıyı o kadar iyi tanıyor, biliyoruz ki birisi bize O'nun söylediği sözlerden bahsettiğini iddia ettiğinde hemen onu dinler ve gerçekten o sözlerinin sahibinin Allah olup olmadığını anlarız. Bu yüzdendir ki senin bütün bu söylediklerinin sahibi O değil O Allah böyle şeyler söylemez, emretmez" diyorlar. Oysa ki yalan dedikleri şeyler Allah'ın ayetleri. Yani Rabbimiz Allah hakkında hiçbir doğru bilgi sahibi olmadıkları halde O’nu gerçekte tanımadıkları halde sadece böyle olduklarını zannederek bu yalanlamayı yapıyorlar. "Nekir" kavramı itibariyle söylersek hakkında bilgi sahibi olmadıkları, tanımadıkları bir kaynaktan gelen vahiy için O’nun sahibini çok iyi tanıdıklarını zannettikleri ve bu zanla; aslında doğru, gerçek haber olan ayetleri yalan saydıkları için de Rabbimiz Allah da buna karşılık olarak "Beni tanımamanın karşılığı nasıl oldu" diyor.
Bir tarafta Allah’ı çok iyi tanıdıklarını iddia eden O’nun dinini yolunu sahiplenen bir grup var. Kendi yanlarında olan batıllara yaşıyorlar. İddiaları ise Allah’ın bu batıl dini kendilerine indirdiği. Her ritüellerini, amellerini Allah'ın emrine bağlamışlar. Rab ise gerçeğin böyle olmadığını ortaya çıkarmak için gönderdiği elçilerle onlara; inançlar üzerine kurdukları ve Allah’ın yolu diye insanlara tanıttıkları kendi batıl dinlerinin ne kadar temelsiz, dayanaksız olduğunu beyan ediyor. Elçiler onlara Allah’ın indirdiğine uyun ve bana güzelce itaat edin diyor. Onlar ise Allah’ın ne indirdiğini biz gayet iyi biliriz senin bu söylediklerini Allah indirmedi öyle olsa biz onu hemen tanırdık, bilirdik diyerek gerçeği savunan, yaymaya çalışan elçileri yalancılıkla suçluyorlar. İşte "nekir" kelimesinin inceliği bunu ifade etmesi.
Bugünde kendilerine din adamları denilen bir grup var. Kendi batıl dinlerini sanki Allah’ın dini gibi insanlara anlatıyorlar. Atalarından kalma yüzyıllardır süregelen insan sözlerini, türlü hurafeleri, kendi örf ve adetleriyle harmanlanan ritüellerini sanki Allah emrediyormuş gibi insanlara aktarıyorlar. Sanki Allah hakkında doğru bilgilere sahipmiş gibi davranıyorlar. Ve Rab de bu yaptıklarının karşılığını elbette göreceklerini Mülk suresi 18. ayet ile bizlere öğretiyor.
Kaynakça
1: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi S: 1467
2: Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi S: 1253
3: Yalnızca fiille birlikte kullanılan bir edattır.... Sadece yinelenen her fiilin başına gelir. Rağıp El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi S: 1166
3: “QaD” kelimesi de “İz” kelimesi gibi zaman zarfıdır. “İz Câe”, gelmişti demektir. “Qad Câe”, gelmiştir demektir. Biri geçmişte olup biteni anlatır. Qad ise hâlen sürmekte olanı anlatır. ARAF 6-11-ARAF SURESİ TEFSİRİ(7.sure) (akevler.org)
4: https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-1/mulk-suresi-67/ayet-19/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1
5: https://www.kuranayetleri.net/mulk-suresi/muhammed-esed-meali
6: https://www.nedirnedemek.com/yalanlama-ne-demek