KUR'AN NEDEN BEYİNDEN BAHSETMİYOR?
- Musa Gülyazı
- 12 Nis 2023
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Ağu
kur'an#beyin#meal#tefsir#kalp#merkez#sadr#sudur#basiret#basar#baş#nas#sure#ayet#

Bu yazı “Non-teist sorular” kategorisinin ilk yazısı olacak. “Non-teist de nedir“ diye soracak olanlara, (ki bende sormuştum) “Nonteizm, çoğu zaman “dinsizlik” anlamına gelen bir kelime olarak kullanılmışsa da sadece ateistleri, agnostikleri, ve agnostik ateistleri tanımlar. Kafanız daha da karıştı değil mi? Anlamı en kolay haliyle “teist olmamak; yani bir Tanrı'nın var olup insanlara müdahele ettiğine inanmamak” demektir. (1) Ve bana göre en temel soru ile başlayacağız. Nasıl olur da insan deyince akla gelen ilk şey olan “beyin” den bütün insanlara ve tüm zamanlara hitab ettiğini söyleyen Kur’an bir kez bile bahsetmez? Kur’an'da neden "beyin" hakkında hiç bilgi verilmeyip sürekli "kalpten" bahsedilmiştir? (2) Madem konumuz beyin o halde beyin kelimesinin kökeninden başlayalım.
“Eski Türkçe méyi veya méŋi “beyin, ilik” sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan *méñi biçiminden evrilmiştir.” (3)
Beyin kelimesini yazılı kaynaklarda en erken 1000 yılından önce Uygurca metinlerde görüyoruz. Kelime eski Türkçe. Elbette dili "Arapça" olan bir metinde kendisinden yüzyıllar sonra ortaya çıkıp kullanılır olmuş farklı dildeki bir kelimeyi aramayacağız. Non-teistler de bunu kastetmiyorlar. Kur’an'da beyni karşılayacak bir kelime, kavram olmadığını söylüyorlar. Düşünme, akıl yürütme gibi işlevleri insan bedeninde beynin yaptığını Kur’an'da ise bu işlevlerin kalp kavramına atfedilerek yanlış bir iddiayı içerdiğini söylüyorlar. Hepimiz elbette beyin ve işlevi hakkında bilgiye sahibiz. Ancak teknik olarak ne aradığımızı ifade etmek adına beyin hakkında farklı yönlerden bilgi vermem gerekli. Daha sonra bağlantı kuracağım beynin bu özelliklerini maddeler halinde sıralayacağım;
1: Baş kısmında; duyma, tatma, görme, denge, koklama gibi duyulara hizmet eden organlara yakın bir noktada bulunan beyin omurgalıların vücudundaki en karmaşık organdır. (3)
2: Beyin (Latincede cerebrum, Antik Yunancada ἐγκέφαλος (enkephalos, “baştaki”), o da ἐν (en, “içinde”) + κεφαλή (kephalē, “baş”) sinir sisteminin merkezi olarak hizmet eden bir organdır.“ (4)
3: İnsan kafatası, insan iskeletinde başı oluşturan kemik yapısıdır. Yüzün yapılarını destekler ve beyin için bir boşluk oluşturur. Diğer omurgalıların kafatasları gibi, beyni yaralanmalardan korur. (5)
Söz konusu beyin olunca doğası gereği oldukça karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz. Ve ben böyle durumlarda amacıma odaklanarak adım adım ilerlemeyi seçiyorum. Makalemizin amacı Kur’an’da beyni anlatan ayetleri, kavramları bulmak olduğu için ben de yukarda beyin için bilim literatüründe kullanılan tanım ve ifadeleri Kur’an’da bulmaya çalışacağım. Yukardaki ifadelerden öğrendiğimiz; beyin insan bedeninin baş kısmında bulunuyor. Başta ise göz, burun veya kulak gibi başın dış kısmında değil de başı oluşturan kafatasının iç kısmında bulunuyor. Şimdi Kur’an'da “baş” kavramını arayalım.
Kur’an'da “baş” anlamına gelen iki farklı kelime var. Bunlardan ilki “ra-elif-sin” kökü. (6) “Rasün” şeklinde telaffuz edilen kelime Türkçede kulladığımız “reis” kelimesinin de kökü. Başın vücudun lideri, yöneticisi olmasından hareketle “reis” kelimesi de “önder, yönetici” anlamına geliyor. (7)
Maide 6: Ey iman eden kimseler salat için kalktığınızda yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinize kadar suyla yıkayın “ruusikum: başlarınızı" ve topuklara kadar ayaklarınızı meshedin ve eğer uzak/cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz veya yolculuk üzerinde iseniz ve eğer sizden biriniz tuvaletten geldiyse ve yahut "o nisalara" dokunmuşsanız su da bulamazsanız güzel temiz bir yerin yüzeyine yönelin. Yüzlerinize ve ellerinize bundan gezdirin. Allah size darlık kılmayı irade etmez. Fakat sizi temizlemeyi ve size olan nimetini kemale erdirmeyi istiyor umulur ki şükredersiniz.
Maide suresi 6. Ayet salat için gerekli olan temizliğin şartlarının belirlendiği ayet. Ve ayette “başlarınızı meshedin” ifadesi geçiyor. Meshetmek ise “eli birşeyin üzerinde gezdirerek ondaki izi silmek” anlamına geliyor. Bizim aradığımız kavram olarak beyin başın içinde bulunuyordu. Ancak bu ayette “res’in üzerinde elinizi gezdirerek” onu meshedin deniyor. Herkesçe de bilinen bir uygulama olarak ayette sırayla gelen ifadeler ile yüz ve eller dirseklere kadar su ile yıkanıyor ve sonra “res” yani “yüzümüzün dışında kalan başın diğer kısımları” ıslak olan eli üzerinde gezdirerek mesh ediliyor. Açıkça görülüyor ki “res” kelimesi bu ayetin tanımını yaptığı şekliyle baş anlamı olarak yüzün dışında kalan saçların olduğu başın dış yüzeyini ifade ediyor. Kelimenin geçtiği diğer ayetlerde de bu anlam ile çelişen herhangi bir durum yok. Makalemizi çok uzun tutmamak adına aradığımız kelimenin “res” olmadığını ifade etmek için ben bu ayet ile yetineceğim.
Kur’an'da “baş” anlamına gelen bir diğer kelime de “sadr” kelimesi. Toplamda baş anlamına gelen iki kelimeden “res” başın dış kısmını kapsıyor ise ve Kur'an beyinden bahsediyor ise aradığımız kelime “sadr” olmalı.
Sadr: Sad-dal-ra : Herhangi bir nesnenin ön kısmı, göğüs, mızrağın ön veya en üst kısmı, oturma odasının üst veya en üst kısmı, kitabın başı-başlığı, sözün başı, geri dönme, develer sudan geri döndü (9)
Sadr : Okun ön yarısına denir. Sonraları “baş” kelimesi olarak kullanılmıştır. Kur’an’daki “sadırda bulunan kalp” o zamanki biyoloji bilgisinin eksikliği nedeniyle “göğüs” anlamında kullanılmıştır. Sadr, boynun üst kısmı anlamına gelen “baş” demektir. Re’s ise başın saçlı olan kısmıdır. (10)
Sadr kavramının anlamını ilk olarak Müfredattan okuduk. Bir şeyin başı, üstü en üstü gibi anlamların yanında bir de Rağıp El İsfahani “göğüs” anlamını kaydetmiş. Diğer ifadenin sahibi olan Süleyman Karagülle ise kavramın kökünün “baş” demek olduğunu ve diğer kaynaklardaki “göğüs” anlamının ise Kur’an’daki “sadırlarda bulunan kalpler” ifadesinden hareketle kaydedildiğini söylüyor. Ayrıca Osmanlı döneminde "büyük sorumluluk sahibi" anlamına gelen "vezîr-i âzam" tabiri 16. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber baş, üst mevki anlamına gelen "sadr" kökeninden türetilen ve başta oturan, yüksek makam sahibi anlamına gelen “Sadrazam” terimine yerini bırakmıştır. Kısacası kavramın anlamı aslında “baş”. Ancak Hac suresi 46. ayetteki “sudurlarda bulunan kalpler” ifadesi sebebiyle başın içinde bildiğimiz anlamda kalp organı olmadığı için çıkış yolu olarak bir de “göğüs” anlamı kullanılmış. Biz de bu ayet ile devam edelim.
Hac 46: Yeryüzünde hiç yolculuk etmediler mi? Onlara kalpler oldu, ki onunla aklederler veya kulaklar, ki onunla işitirler. Zira kör olan o basiretler; gözler değildir kör olan “o sudurların içindeki o kalplerdir”
Bu ayet sorumuzun cevabını bulmak adına kilit bir ayet olacak. Çünkü hem sorunun kendisini içinde barındıyor hem de cevabımız olmasını umduğumuz kelimeyi içeriyor. Ve cevap için bize gerekli olan "kalb" kavramına geçmeden önce görme işlevi konusunda Kur'an'ın bize öğrettiği farklı ayrıntılara bakalım. Hac suresi 46. ayetin mealinde görme-gözler için Kur'an'ın kullandığı kelime "el ebsaru." Ben "basiretler" olarak yazdım. Bunun dışında "el aynn" da gözler için kullanılıyor. Görme işlevi için ise hem "rae" fiili hem de "basir" fiili kullanılıyor. Demek ki iki farklı "görme" mevcut. Fakat "kör olmak, görememek" kavramı için sadece "el ama" kullanılıyor. Ve bu ayetteki "ama" kullanımı "marife" yani "belirli" değil. Her iki "körlükten" sadece birini kapsadığına dair bir belirti yok. Genel bir kullanım var. Kİ Kur'an'da geçtiği diğer ayetlerde kavram her iki anlamda da kullanılmış. Yani ayetteki "kör olmak" fiili hem "aynn" ile "görememeyi hem de "ebsar" ile "görememeyi" kapsıyor. Surenin önceki ayetlerinde Rabbimiz gönderdiği elçilerin yalanlanmasını konu ediyor. Ardından bu ayeti okuduğumuzda ayetin aslında sadece soyut anlamda kör olmayı kastettiğini düşünüyoruz. Ancak Rabbimiz sadece bunu ifade etmek isteseydi "basiret etme" fiilini olumsuz anlamda kullanıp "kör olmak" fiilini hiç kullanmayabilirdi. Ancak "el ama" kavramını kullanarak somut anlamda kör olmayı da konuya dahil ettiğini anlıyoruz. Rabbimiz elçilerini yalanlayan, zulmeden kavimlerin içinde bulunduğu durumu somut anlamda kör olan kimselere benzeterek anlatıyor. Yani ayet hem somut anlamda "kör olmayı" hem de "basiret edememeyi; soyut körlüğü" kapsıyor. Bu bölümde sadece "somut anlamda kör olmayı" işleyeceğiz. Ayetin bütündeki asıl mesajı olan işitmek, akletmek, basiret etmek ve bunların arasındaki bağ sonraki bölümlerin konusu olacak. Şimdi "kalb" kavramına geçelim.
Kalb Kaf-lam-be: Bir nesneyi bir durumdan diğerine, bir işten, bir yönden diğerine döndürme, elbisenin içini dışına döndürmek, çokça evrilip çevrildiği, döndüğü için kalbe denir, içi taşla ya da tuğlayla örülmemiş kuyu (11)
Kalb : Ayak basıldığında toprakta çıkan kalıptır. Sonra tersine çevirmeye “kalb etme” denmiştir. Toplayıp dağıtan merkeze, yani döndüren merkeze kalp adı verilmiştir. İnsanda kanı devrettiren göğüsteki merkeze kalb, haberleri döndüren baştaki merkeze (beyne) de kalb denmiştir. (12)
Göğsümüzün içinde bulunan, vücudumuza kan pompalayan bir organımız var. Ve aynı kökün bu iş bir merkezden yapıldığı için ve yine kalb de bedenin bir merkezi olduğu için “merkez, santral” anlamı var. Toplamda elimizde başın iç tarafını ifade ettiğini düşündüğümüz bir “sadr” kelimesi var ki açıkça “baş” anlamında. Ve “kalb” kelimesinin ise bir organımıza isim olması dışında bir de “merkez, santral” anlamına gelmesi var. Şimdi bu bilgiler ile Hac suresi 46. ayeti yeniden inceleyelim:
Hac 46: Yeryüzünde hiç yolculuk etmediler mi? Onlara kalpler oldu, ki onunla aklederler veya kulaklar, ki onunla işitirler. Zira kör olan o basiretler; gözler değildir kör olan “o başların içinde: beyinlerde bulunan o merkezlerdir”
Sorumuza cevap niteliğindeki cümle; “asıl kör olan yani göremeyen başın içinde: beyinde olan merkezlerdir.” Yani “sadr” kelimesi baş anlamına geliyor. Sorun orda değil. Sorun “el kulubihim” ifadesine “kalb” anlamı verilmesinde. Bu yüzden çıkış yolu olarak da bu ayette “sadr” kavramına göğüs anlamı verilmek zorunda kalınıyor. Peki doğru meal bu ise yani “sadr” kavramı beyni yani başın iç tarafını ifade ediyorsa asıl kör olanların gözler değil bu “beynin içindeki merkezler” olması gerekir. Daha basit bir ifadeyle beyindeki merkezleri “kör” olan bir kimsenin gözleri sapsağlam olduğu halde yine de “görememesi” gerekir. Ki verdiğimiz meali doğruyalım. O halde beynimize görsel bir bakış attıktan sonra görme nasıl gerçekleşiyor ona bakalım.

“ Kıvrımlı bir yüzeyin her noktasına düşen ışık ışınları, farklı yönlere doğru kırılırlar. Göz, çevreden sürekli olarak gelen bu fotonları yakalamak için özelleşmiş bir organdır. Gözün giriş bölgesi olan göz bebeğinden (pupil) geçerek içeri giren ışık ışınları, daha sonra özelleşmiş sinir tabakasına ulaşarak geliş açıları, şiddetleri, vb. fiziksel özelliklerine göre çeşitli biçimlerdeki elektrokimyasal sinyallere dönüştürülürler. Bu sinyaller, sinir hücreleri üzerinde beyne taşınır ve beyinde bu sinyalleri okumak üzere özelleşmiş diğer sinir hücrelerince değerlendirilirler. Bu değerlendirme sonucunda bazı kimyasallar oluşturulur ve biz buna uygun tepkiler (düşünce, refleks, vb.) geliştirdiğimizi "sanarız".
Burada önemli bir noktayı belirtmekte fayda vardır: herhangi bir şeyi gören, gözümüz değildir; beynimizdir. Gözün tek görevi, etraftan gelen ışık ışınlarını elektrokimyasal sinyallere dönüştürerek, beyne bilgi sağlamaktır. Beyinde gözden gelen sinyalleri değerlendirmek üzere özelleşmiş olan bölgelere hiyerarşik olarak iletilir ve değerlendirilirler. Bu sinyaller sonucunda, beynin farklı bölgelerindeki hücreler, farklı kimyasallar salgılayarak gördüğümüz "şey" in algılanmasını sağlarlar. Beynin göz ile ilgili verileri değerlendiren iki temel bölgesi bulunur. Görsel Korteks ve Superior Colliculus” (13)
İnsanın görme becerisi için birçok farklı bilimsel kaynakta birçok farklı şekilde açıklamalar mevcut. Ancak ben makalemin olabildiğince anlaşılır olması için en sade ifadelerin yer aldığı bilimsel kaynakları tercih ediyorum. Beynimizin farklı kısımları farklı becerilerimiz için özelleşmiş merkezlerden oluşuyor. Söz konusu görme işlevi olduğunda ise gözün görme işlevinde bir aracı olduğunu, asıl görme merkezinin beynin arka kısmında yer alan “oksipital lob” olduğunu görüyoruz. Birçok farklı bilgi sonrasında bugün Non-teistlerin kendisinden başka kaynak kabul etmedikleri “bilimin” asıl görenin göz değil beyin olduğunu ve görme söz konusu olduğunda işin çoğunun beynin arka kısmındaki “görme merkezlerinde” gerçekleştiği sonucuna ulaştığına şahit oluyoruz. Bugün bilinmeyen şey ise Rabbimizin aynı gerçeği Hac suresi 46 . ayette bizlere bildiriyor olduğudur. Her zamanki gibi Rabbimizin öğrettiğiyle ayetteki harekeyi veya özneyi değiştirmek yerine bakış açımızı değiştirerek ayetin olması gereken mealine ulaştık.
Tam burda şunu ifade etmeliyim: ayetin mealinden de fark ettiğiniz üzere “o beyinlerin içindeki o merkezler” kullanımı “marife” yani belirlilik takısı ile geliyor. Biz şu ana kadar Hac suresi 46. Ayetin sadece son cümlesini inceledik. Bu cümledeki bilimsel bir gerçeği tek başına ele aldık. Ayetin tamamını inşaAllah bu makalenin devamı olarak diğer bölümlerde ele alacağız. Söz konusu marife kullanım aynı surenin 32. Ayetinde de mevcut. Ve biz bu ayeti de aynı çerçevede yine daha sonra işleyeceğiz. Bu bölümü burada noktalayalım. 2. bölümde diğer ayetler ile devam edeceğiz.
Kaynakça
6: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi, S: 648
8: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi, S: 1362
9: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi, S: 835
11: Rağıb El İsfahani, Müfredat, Yusuf Türker Çevirisi, S: 1212