top of page

SALAT NAMAZ MIDIR? 1

Yazarın fotoğrafı: Musa GülyazıMusa Gülyazı

 Namaz#salat#Kur'an#meal#tefsir#ayet#sure#

Salat; ülkemizde kendisini “Müslüman” olarak gören ve tanıtan neredeyse herkesin yabancı olduğu bir kelime. Kur’an’da 90’dan fazla ayette geçmesine rağmen yine aynı kimselerce dinin direkleri olarak sayılan ve “Müslüman” olmanın temel şartlarından olan başkaca birkaç kavramın içinde en başı çekeni olarak kendi ismiyle bilinmeyen bir kavram. Tıpkı Kur’an’da ki çoğu kavramın uğradığı akıbet gibi salat da içi boşaltılarak etkisiz ve değersiz kılınmış. Bu işlemden sonra da adına “namaz” denilmiş. Şimdi içinizden bazıları tıpkı Rabbimiz Allah’ın dinini bana öğretene kadar benim de yüksek sesle söylediğim gibi “O Arapça ismi, Türkçeye çevrilmiş hali namazdır.” diyeceğinizi biliyorum. Ama öyle değil. Namaz kelimesi tıpkı Müslüman kelimesi gibi Farsça kökenli bir kelime ve Sanskritçe namas/namaskar kelimesi ile de aynı anlamda. Farsça kökeni “ ibadet amacıyla yere kapanmak”, Sanskritçe kökeni ise “selamlama” anlamına geliyor. (1) Birkaç farklı kaynağın kesin ortak noktası olarak milattan en az 1500 yıl öncesine kadar dayanan bir geçmişi var. Tıpkı oruç gibi dinin olmazsa olmazlarından olarak en başta söylenmesine rağmen ne Kur’an’da ki orijinal ismi ile ne de ifade ettiği anlamı itibariyle dilimizdeki bir karşılığı ile isimlendirilmemiş. Gelin Rabbimizin daha ilk sureden itibaren çokça yer verdiği ve Rabbe kulluğun yolu olarak gösterdiği salat kavramını Rabbin kitabındaki kendi ifadelerinin ışığında anlamaya çalışalım. İlk olarak kavramın birden fazla olan sözlük anlamlarına bakalım. Ve öncelikle kelimenin etimolojik evrimini görebilmek için en baştan başlayalım. İlk olarak "Kitab-ı Mukaddes'teki" kullanımlarına bakalım;


Ona dua edersin ve seni dinler ve kendi adaklarını ödersin. (Eyüp, 22/27) Ey sen duayı  işiten bütün beşer sana gelecek. (Mezmurlar, 65/2) Rab kötülerden uzaktır. Fakat Salihlerin duasını  işitir. (Süleyman’ın Meselleri, 15/29) Ve beni çağıracaksınız ve gidip bana dua edeceksiniz ve sizi işiteceğim. (Yaremya, 29/12) Ve duada iman ederek her ne dilerseniz alacaksınız. (Matta, 21/22) Fakat sen dua ettiğin zaman kendi iç odana gir ve kapını kapayarak gizlide olan babana dua et, gizlide gören baban sana ödeyecektir. (Matta, 6/6) Bunun için size derim: Dua edip dilediğiniz her şeyi almış olduğunuza iman edin ve size olacaktır. (Markos, 11/24) Ve birbiriniz için dua edin. (Yakup, 5/1)

Sami dillerinde ortak bulunan bu fiilin Kur’an inene kadar “çağırma/dua etme” anlamında olduğu anlaşılıyor. 

 

Kuran kökenli sözlük anlamı için araştırma yapıldığında ise; 

 

1: [salv]: İsim olarak "uyluk, sırt" demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], "insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası" anlamına gelir. [Lisân, 5/387; Tâc, 19/606.] Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; "uyluklamak, sırtlamak" anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan "uyluklamak" da, bir yükü sırta almak demek olan "sırtlamak" da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder. (2)

2: İz Sürmek-Takip Etmek: Uyluk kemiğini ifade eden “صال “kelimesinden türetilen musallî kelimesine, yarışta birinci gelen atı izleyen, birinci atın izini takip eden, ikinci gelen, birinci atın uyluk hizasında duran ikinci at için kullanıldığı ifade edilmiştir. (2)

3: Ulaşmak/Bağ/Birleştirmek anlamı; Ahzâb 56. ayetin tefsirinde salât kavramının anlamı bağlamında, ي-ل-ص/sly ve و-ل-ص/slv köklerinin bir asıl için kullanıldığını ve bunlara tek mananın verildiğini, bu kökten türeyen tüm kelimelerin bir araya getirmek, birleştirmek temel anlamında birleştikleri belirtilerek salât kavramının da bu anlama geldiği ifade edilmiştir. "Et ateşte pişerek birleşir/sıkılaşır; sırtın ortası ve uyluk (bedeni) birleştirir/bir araya getirir” (2)

4: Süreklilik; Arap dili bilginlerinden Zeccac'a göre salatın (=الصَّلَاة) kök anlamı lüzum =اللزوم yani sürekliliktir, devamlılıktır. (3) Öndeki atı takip etmek için sürekli iz sürmek hareket etmek gerekir. Aksi halde araya başka şeyler girer. 

5: Sıliy : Sıliye, çölde Arapların güneşte et pişirdikleri taşın adıdır. Sonra pişirmek mastarına dönüşmüştür. “Ateşte pişecektir” denmektedir. Etin güneşte veya ateşte pişirilesi demektir.. Salat kelimesi de buradan gelmektedir. Cehennem de fırın demektir. (4)

 

 Şüpheye yer bırakmayacak şekilde kavramın "Kitab-ı Mukaddes'te" dua; çağırma anlamında kullanıldığını görüyoruz. Ki bu anlam aynı dil ailesinden olan Arapça dilini konuşan vahyin muhatapları tarafından da çok iyi biliniyor. "Kitab-ı Mukaddesi" bütünüyle hak bir vahiy kaynağı olarak kabul ettiğimi söylemiyorum. Bu başka bir incelemenin konusu. Rabbimizin de ayetlerinde söylediği gibi Kur’an’ın indiği toplumun büyük çoğunluğu daha evvel gönderilen vahiyler konusunda bilgi sahibi olan kimseler. Daha ilk sure olan Alak suresinde salat eden bir kuldan bahsedilirken hiç kimsenin ”salat nedir” diye sormaması kavram hakkında doğru veya yanlış bir bilgi olduğu, kelimeye kimsenin yabancı olmadığının kanıtı. Tabi ki kelime daha sonra Arapça olarak Arap coğrafyasında kullanılırken geçen yüzlerce yılda canlı hayatın, kültürün birebir değişiminden etkilenerek bilinen bu anlamın üzerine Arap diline yerleşerek bu dilde de kendisine bir kavram olarak yer buluyor. Rabbimiz Kur’an’ın o anki canlı muhatabı olan bu toplumun salat hakkındaki doğru ve yanlış bilgilerini ayetleri ile düzenleyip olması gereken şeklini veriyor. Yukarda Kur’an merkezli olarak verdiğim bilgilerin temelinde 2 farklı köke dair anlamlar var. Kelimenin Arapça kökeni sad-lam-vav ise temel anlam; "uyluk ve sırt." Ve bunların yapısı, işlevi ve sahip olduğu anlamları itibariyle bu kökten türeyen salat kelimesine de bu çerçevede bir tanım yapılıyor. Salat kavramının türediği kök sad-lam-ye ise; eti güneşte bekleterek veya ateşte pişirmek anlamı var. Rabbimiz elbettte kusurlu bir iş yapmaz. Bugün her iki kökte olabilir yargısı önümüzde duruyor ise bizimde her iki kökü de incelememiz gerekir. Kavram için şu ana kadar edindiğimizi anlamları sırasıyla; 

1: Çağırmak, dua etmek. 

2: Uyluğunu yada sırtını bir yükün altına uzatarak yükü yüklenmek veya destek olmak.

3: İz sürmek arada hiç boşluk bırakmadan takip etmek. 

4: Bir araya getirmek birleştirmek.

5: Eti güneşte veya ateşte pişirmek.  

6: Bu fiillerin sürekli olması devamlı yapılması 

 

Kavram hakkında Rabbimizin ona nasıl bir anlam yüklediğini öğrenmek için zor da olsa zihnimizde daha önce bize anlatıldığı şekliyle kavrama yüklenen anlamlardan bağımsız olarak sanki yeni bir şey öğreniyormuş gibi konuya bakabilirsek daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Kavramın dua anlamı hepimizce bilinen ve zihnimizde fazlasıyla yer eden ve bu anlamı koruması gereken bir yönü. Bununla birlikte asıl beyan etmeye çalışacağım anlamlar ise; yükü yüklenmek, yüke destek olmak, birşeyleri bir araya getirip birleştirmek, birşeyi arada hiç boşluk bırakmadan adım adım takip etmek ve bu minvaldeki eylemleri sürekli olarak yapmak. Eti ateşte veya güneşte pişirmek anlamını ise yeri geldikçe kullanmaya çalışacağız. Salat kavramını Rabbimiz çok fazla ayette kullandığı için O’nun gösterdiği yolla bende kavramı elimden geldiğince fazla ayet ile anlatmaya çalışacağım. Bu yüzden kavrama dair farklı bilgiler vermektense hemen ayetler ile devam edelim. İlk olarak yazımın başından sonuna kadar işleyeceğim salatın bütün anlamlarında bir şekilde kendine yer bulan dua; çağırma anlamını ifade etmek istiyorum;


İsra 105: Biz onu o uygunlukla indirdik ve oda o uygunluğa göre indi. Seni de sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

106: Oluşan beklentiler üzerine insanlara anlatman için onu anlam kümelerine ayırdık, ve aralıklarla indirdik.

107: Söyle! "Ona iman edin veya etmeyin, şüphesiz daha önce kendilerine o bilgiden verilenlere adım adım takip ettirildiğinde secde halinde çeneleri üzerine düşerler."

108: Şöyle söylerler; "Rabbimiz Sübhandır. Şüphesiz Rabbimizin vaadi yerine getirilmiş olandır."

109: Ve ağlayarak çeneleri üzerine düşerler, bu durum onların huşusunu artırır.

110: Söyle "İster Allah diye dua edin; çağırın ister Rahman diye. Hangisiyle dua etseniz; çağırsanız en güzel isimler O’nundur. Salatında sesini çok yükseltme ve çok kısma bunun arasında bir yol tut.

111: Ve söyle "Hamd; yaptığı her şeyi̇ kusursuzca yapmak yalnızca “evlat edinmeyen, yönetiminde ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı veliye ihtiyacı olmayan” Allah’a aittir. 


Rabbin göstergelerine şahit olan insanların o andaki deneyimlerine dair bilgiler veriyor Rabbimiz. Kur'an'ı belli bir planlama ile indirdiğini söyledikten sonra vahiy kaynaklı hakikate daha önce de şahit olmuş insanların bu duyguyu Kur'an

ile tekrar yaşadıklarında büründükleri halleri ifade ediyor. Elçinin yanında ve yahut yalnız haldeyken Rabbin ayetlerine şahit olan kullardan bahsediyor. Rahman esması Kur'an ayetleri ile anlıyoruz ki daha evvelde kulların muhatap olduğu hakkında bilgi sahibi oldukları bir esma. Ve Rabbimiz hangi esma olursa olsun Rabbe yapılan çağrıyı; duayı ifade ettiği cümleden sonra elçi özelinde bu duanın çerçevesine dair bir yöntem veriyor. Kullanacağı ses tonunu söylüyor. Rabbimizin üstteki ayetlerde hakka şahit olan kulların kişisel deneyimlerinden örnekler verdikten sonra sadece elçi özelinde bir kural belirlemesi Muhammed nebinin diğer elçilerden farkı ile alakalı bir durum. Muhammed ismi hamd eden anlamındadır. Yaptığı işleri güzel, iyi yapan kişi demektir. Bu ismin gönderilen en son Nebinin ismi olması tesadüf değildir. Rabbimizin gönderdiği her elçinin ismi ve yaşadığı dönem sıralama olarak elbette kusursuz bir düzenin parçasıdır. Rabbimizin Muhammed nebi özelinde verdiği 2. tekil şahıs olarak "Muhammed sen şu şekilde yap veya yapma" diyerek verdiği emirler bütün kullara verilmiş olan o emrin en güzel şekli olarak Nebi özelinde belirtilir. Bu durumu bu ayet grubu ile açıklamış olayım. Rabbimiz kullarının kişisel olan yalnız olduklarındaki dualarından, Rabbe olan çağrılarından, o andaki ruh ve beden durumlarından örnekler veriyor. Ve ayeti Nebinin örnekliğinde bitirerek dua; çağırma konusunda yalnız iken Nebinin nasıl salat; bu ayet ile dua edeceğini bildiriyor. Bir toplum içinde konuşan bir kişiye hangi ses tonunu kullanacağını söylemek anlamsızdır. Çünkü kişi herkesin duyabileceği bir ses tonunu kendisi zaten ayarlayacaktır. Ancak tek başına iken her şeyi işiten bir ilaha nasıl sesleneceği konusunda kararsız kalabilir. İşte Rab bu konuda Nebi örnekliğinde bir emir ile bu duruma yön verir. Sadece nebi özelinde bu emri vererek hem bu konudaki en güzel yaklaşımın, örneğin bu yol olduğunu anlatır. Hem de bunun dışında bazı durumlarda farklı ses tonları ile de dua edilebilmesinin yolunu kapatmaz, ona da ruhsat verir. Örneğin çocuğu ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir ebeveyn böyle bir durumda hıçkıra hıçkıra ağlayarak belki biraz yüksek bir ses tonuyla Rabbine dua edebilir. Bu dua da bu ayet grubuna göre uygundur.


Kuran meallerinde sıkça “çağırın” olarak gördüğünüz iki kelimeden birisidir dua. Bir diğeri de nida kelimesidir. İkisi arasındaki fark ise dua kelimesinin bütün kullanımlarında izafe edildiği bir ismin olmasıdır. Yani kime dua edildiği kesinlikle bellidir. Ben "özel ismi ile birlikte çağırma" olarak anlamlandırıyorum. Öğretmenin sınıfta ders anlatırken bütün sınıfa hitap etmesi "nida" kelimesine örnek iken içlerinden birini tahtaya kaldırıp ona soru sormak için ismi ile hitap edip onu çağırması ise "dua" kelimesine örnektir. Bu ayet salatın dua kısmı ile ilgili olarak Kur'an'daki en açık ayetlerden biri. Sadece bu ayet bile salat kavramının evvelde üzerine yüklendiği dua anlamını Kur'an ile de taşıdığını görmemize yetiyor. 


Salat kavramının aksine dua kelimesi dilimize de benzer olarak geçmiş. Bugün kime sorsak dua etmenin ne olduğunu bilir. Ve başta kılınan namazların sonunda olmak üzere; cenazelerde, bayramlarda tek başına yada birlikte dua ediliyor. Hatta artık sabah programlarında yaşlı başlı amcalar dinini yine aynı programlardan öğrenmeye çalışan kişilere, ölmüş yakınlarına nasıl dua edeyim diye soranlara cevap vermek için örnek dua diyerek insanlara nasıl dua edeceğini gösteriyorlar. Ve gördüğüm kadarıyla Rabbimizin ayetinde söylediği O’nun esmaları bu duaların sadece giriş kısmında dinleyenin hiç anlamadığı bir şekilde kendisine ancak yer bulabilirken, her grubun kendi anlayışı gereği peygamberler, peygamberin yakınları kendi tanımlarınca İslam alimleri ve artık siyasiler bile duaların asıl özneleri haline geliyor. Hatta öyle dualar var ki önüne gelenin tv kanalı açtığı ülkemizde soytarı kılıklı insanlarca; "bilmem kaç kere okursan şu ihtiyacın 3 vakte kadar gerçekleşir" diyerek cahil insanlara adeta pazarlanıyor. Kağıtlara, kolyelere yazılıp boyunlarda gezsin diye satılıyor. Bu kadar sapmışlığın içinde biz bu konudaki hakikati öğrenmek adına bir ayete daha bakalım;


Cin 18: Ve şüphesiz secde edilen mescitler Allah içindir. Artık Allah ile beraber hiçbir akıl sahibi varlığa dua etmeyin; çağırmayın.

19: Allah'ın kulu O'na dua ederek; çağırarak ayağa kalktığında; harekete geçtiğinde neredeyse üzerine keçe gibi toplanıyorlardı.

20: Söyle "Ben ancak Rabbime dua ederim; çağırırım ve O'na hiçbir akıl sahibini ortak koşmam."

 

Rabbimiz bu ayetlerde mescitlerin sadece kendisine secde edilen yerler olduğunu ve yalnızca kendisine dua edilmesi gerektiğini söylüyor. Ve elçinin de yalnızca kendisine çağırdığını ve böyle yaparak ancak şirk koşmadığını onun ağzından bizlere öğretiyor. Ayette açıkça gördüğümüz gibi dua ederken Rabbimiz kendisinden başkasına dua etmenin yani onu ismi ile birlikte çağırmanın açık bir şekilde şirk olduğu belirtiliyor. Yani Muhammed nebi hiçbir salatına kendinden önceki elçi veya herhangi bir insanı çağırarak, ona selam göndererek, ismini anarak başlamıyor ve bitirmiyor. Vahiy çerçevesinde ayetleri öğrenmek, anlamak için gösterilen çaba ve konuşmalar elbette buna dahil değil. Bu çerçevedeki okumalar dua kavramının içine girmez. Vahyi Kıraat etmenin dahilindedir. Zaten bugün kimse kıraat etmiyor. Şimdi bu ayetlerden sonra yukarda anlattığım ne söylenildiğinin dahi bilinmediği ve onlarca şirk karışmış olan duaların sizce değeri veya etkisi nedir. Allah'tan başkası adına yapılan çağrıların şirk olduğu gerçeği Kur'an ayeti ile apaçık ortada iken yıllardır peygamberden veya adını andıkları onlarca insandan neden yardım istenir. Bu güne kadar bu çağrılarına herhangi bir cevap alamamalarının sebebini acaba hangi batıl gerekçeye bağlarlar. Dualarına şirk bulaştırarak hangi kul ettiği dualardan bir hayır bekleyebilir. Ayetler ve şu anki mevcut realite aslında insanların Kur'an'dan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Kur'an'a dönüp baktığımızda örneğin Rabbimizin en güzel isimler olarak tanımladığı esmalarının bir tanesi dışında hepsinin bir eylem bir iş tanımladığını görüyoruz. Örneğin El Hadi ismi yavaşça, yumuşakça yol gösteren demek. Rabbimiz bu esması ile bir eylem olan yol göstermeyi sürekli yapıyor. Veya ayette gördüğümüz El Hamid; Rabbimiz yaptığı bütün işleri sürekli kusursuz yapıyor ve O bunu her an yapıyor. Kullar olarak biz ise el Hadi ismi ile Rabbimizi her çağırdığımızda O'nun bize yol göstermesini istiyoruz aslında. Yani asıl çağırdığımız şey O tek ilah olan Allah'ın o an için bizim gereksinimiz olan şeye karşılık vermesi. Bize ne gerekli ise o ihtiyaca cevap verecek olan o işi yapan esması ile Rabbimiz bizlere cevap veriyor. Rabbin esmalarına dair araştırma yapıp dilerse bilgi sahibi olmak kul için aslında Allah’ın kendisi için ne yapmasını istediğini bilmek ile birebir aynı şey. 


Salat kavramı bir insan için hayatının bütün bölümlerinde kendisine bir görev olarak yüklenen ve kulluğun asli dayanağı, yolu olarak anladığım bir kavram. Ve böylesine geniş bir anlamın içinde hayatın her anında elbette Allah'a çağrıda bulunma kavramı olan dua kavramı ile tam olarak bir birliktelik içeriyor. Ve bu çerçevede hayatın her alanında Rabbe dua etmek nasıl bir ihtiyaç ise aynı şekilde ilerleyen bölümlerde göreceğimiz üzere bütün salatlarda bu ihtiyaç hasıl oluyor ve böylece dua etmek salatın her yansımasında kendine yer buluyor. Salatın kendi anlam çerçevesini çizdiğimizde bu yansıma daha anlaşılır olacak İnşallah. İlk bölümü burada bitirelim.


 Kaynakça

  • Facebook
  • LinkedIn
  • Twitter

©2022, Anlamadair tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page