Riba#Faiz#tepe#meryem#isa#kredi#meal#tefsir#kur'an

Riba kavramını incelemeye devam ediyoruz;
Mü'minun 50: "Meryem oğlunu ve annesini bir gösterge kıldık. Onlar zatı; sabit, yerleşik olan ve su kaynağı da bulunan bir tepeye ulaşınca onları orada barındırdık."
Rabbimiz İsa nebiyi ve annesi Meryem'i bir "tepede" barındırdığını söylüyor. Bu tepenin özellikleri ise su kaynağının bulunması ve zatının: özünün, niteliklerinin; sabit, yerleşik olması. Daha önceki ayetlerde üzerinde durduğumuz kökün özelliklerinin bu ayet de can bulduğu bir tepeden bahsediyor Rabbimiz. Tepeler coğrafi oluşumlar olarak etrafına nazaran daha yüksekte bulunurlar. 0 ile 500 metre arasındaki doğal oluşumlardır. Tepelerin kendi içinde bir "zirvesi" yani "tepe noktası" da vardır. (1) Bunlar kavramın kökü ile yansıtılan anlamlar. Bunların dışında ayette bu tepenin kendine has özellikleri de söyleniyor. Karar kılınan; yerleşip yaşamaya uygun, su kaynağı bulunan bir tepe. Önceki ayetlerde yüksekten yeryüzüne inerek oraya hayat veren sudan bahsetmişti Rabbimiz. Bu ayette yine "tepe" kavramını su ile buluşturuyor. İsa nebi ve annesinin böyle bir tepede yaşadıklarını söylüyor. Bu ifadelerden bu tepenin de etrafına nazaran daha yüksek bir konumda bulunan yaşamaya oldukça elverişli olan ve insana hayat veren "su kaynağı" bulunan bir yer olduğunu anlıyoruz. Rabbimiz İsa nebi ve annesine etrafına nazaran daha fazla olanak verdiğini, daha iyi imkanlarda barınmalarını sağladığını ve her daim yanı başlarında bulunan bir su ile onlara hayat verdiğini söylüyor. İlk bölümde Firavunun yüksek tepesinden de bahsetmiştik. Her ikisinde "tepe" kavramının terim anlamının içerdiği "yüksekte olma" anlamı her yansımasıyla ortak görünüyor. Rabbimiz bu ayette Firavunun tepesinin sahib olmadığı İsa nebi ve Meryem'in sahib olduğu özelliklerini de bildiriyor. Temel anlam aşağı alçak konumda olan bir şeyin gittikçe artarak, yükselerek, ilerleyerek, yetişerek daha üstün, değerli bir konuma gelmesi. Bu yükselme, artma Firavunda olduğu gibi bilgi, yetki, güç, maddi olanaklar, sosyal statü anlamında da olabilir. İsa nebi ve Meryem gibi hem bunlar hem de bunların dışında Rabbimizin yetiştirmesi, yükseltmesi, büyütmesini içeren bir "tepe" de olabilir. Yani yüksek bir konuma olanaklara sahib olmak hak yoldan da olabilir, batıl yollarla da olabilir. Sahibine hem yakın hayatın hem son hayatın faydası, imkanlarını da verebilir aksi yönden sadece yakın hayatın geçici tutkularını da tatmin edebilir.
Hakka 9: Firavun, ondan önceki akıl sahipleri; yönlerini değiştirenler "o hata" ile geldiler:
10: Rablerinin gönderdiğine "kendi argümanları ile direndiler". O'da onları rabiyeten; gittikçe yükselen, çoğalan, artan şekilde ele geçirdi.
"O hata" ile gelen kavimlerin akıbetini anlatıyor Rabbimiz. Bu ayet ile birlikte Kur'an'da ki "o hata" kullanımı takip ettiğimizde anlıyoruz ki "o hata": "Rabbimizin gönderdiği vahyi, onu duyurmakla görevlendirilen elçiyi yalanlamak, ona karşı çıkmak" demek. Surenin daha önceki ayetlerinde bahsedilen Semud, Ad kavmi, Firavun ve ondan öncekiler hep bu hata ile geliyorlar. Rabbimizin ayetlerini yalanlıyor gönderilenlere karşı argümanlarla, öznel dayanaklarıyla direniyorlar. 9. ayette bu kavimler için kullanılan bir kelime var. Ben "yönlerini değiştirenler" olarak meal verdim. Ki kök anlamı itibariyle bulunması gereken yönden, taraftan başka yöne çevrilmiş şeyler için kullanılıyor. Kur'an'ın içerisindeki yol, yol göstermek, hedef, öne geçmek, geride kalmak gibi kavramlarla birlikte düşündüğümüzde "yön değiştirmek" de kendi anlamını buluyor. (2) Siz diğer meallerde "alt üst olmuş kentler" olarak görebilirsiniz. Rabbimiz gönderdiği vahyi yalanlayarak yönlerini değiştiren bu kavimleri "gittikçe artan, yükselen, çoğalan şekilde ele geçirmiş." "Rabiyeten" ayette sıfat olarak kullanılıyor. Bizim şu ana kadar gördüğümüz anlam alçak, aşağı konumda olanın gelişerek, artarak, büyüyerek daha yüksek, değerli, üst bir konuma ulaşması idi. İşte bu adım adım ilerleme, çoğalma, aşama kaydetme anlamına ayette vurgu yapılıyor. Yönünü değiştirip yanlış yöne ilerleyen bir kimsenin adım adım hedeften uzaklaşması gibi, bu kavimlerin başına gelen azabın aşama aşama, gittikçe şiddeti artan şekilde onları kuşattığını Rabbimiz "rabiyeten" kullanımı ile ifade ediyor.
Rum 37: Hiç fark etmediler mi? Kesinlikle Allah "o rızkı" seçimi doğrultusunda olan ve ölçünün gereğini de yerine getiren akıl sahibi için genişletir. İman eden; her koşulda yalnızca Rablerine güvenen bir kavim için göstergeler şüphesiz bundadır.
38: Öyleyse "o yakınlığa sahip olana" "o miskine" "o yolun oğluna" hakkını getir. Bu Allah'ın yüzünü irade edenler için daha hayırlıdır. İşte hedefe ulaşanlar onlardır.
39: Ve toplumdaki insanların mallarının içinde "yüksekte, daha üstte" olanların "artması, değerlenmesi, yükselmesi" için ne getirdiniz; Allah'ın indinde "artmaz, yükselmez, çoğalmaz." Allah'ın yüzünü irade ederek zekattan ne getirdiniz; işte onlardır "o kat kat artıranlar".
Rum suresindeki bu ayet grubunda Rabbimiz "riba" kavramını tek bir ayet içerisinde 2 fiil 1 de isim formunda 3 kez kullanıyor. İniş sırasına göre ilk kez bildiğimiz anlamda "faiz" olarak çevrilen "riba" kavramı ile karşılaşıyoruz. Anlam bütünlüğü adına yine bağlı olduğu ayetler ile birlikte bana göre mealini paylaştım. Tam olarak Türkçe bir meal değil. Çünkü ayetlerde bir bütün halinde çalışmadığım, çalışsam da tam bir Türkçe karşılık bulamadığım kavramlar var. Yeri gelmişken tekrar ifade edeyim. Ayetlere Türkçe meal yazmak gibi bir amacım yok. Kur'an'a meal yazmak gibi bir amacım hiç yok. Böyle bir iddiada bulunarak herhangi bir zaman diliminde Kur'an meali yazılmasının, hele hele iki kapak arasında kitap haline getirip satışa sunulmasının tam karşısındayım. Ben Rabbin ayetler ile öğrettiğini düşündüğüm şeyleri, Kur'an'dan edindiğim öznel çıkarımlarımı ifade edebilmek adına meal paylaşıyorum.
Surenin 39. ayetindeki "n-nasi" ifadesi marife bir kullanım. Kur'an'da takip ettiğimde, geçtiği ayetler ile olan konu bütünlüğüyle sağlaması yapılacak şekilde özel bir kullanım. Herhangi bir insan grubundan bahsetmiyor. Temelde bütün insanlığa hitap eden kelime; belirli bir yapı, belirli kurallar ile birbirine bağlı olarak yaşayan insanları tanımlıyor. Bir örgütlenmeden bahsediyor. Bugün ülkemize bir elçi gelse ve bize Türkçe hitap etse onun ağzından bu bağlamda çıkan "insanlar" kelimesi Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan bütün insanları kapsar. Nisa suresi 1. ayetteki aynı ifade bana göre bu marife kullanımın beyanını yapan ayettir. Belli bir örgütlenme ile, yazılı olsun olmasın belirli kuralların uygulandığı, bütün fertlerinin her yönden birbirini etkileyebilecek bir konumda olduğu sosyal bir yaşantıyı da içine olan bir arada yaşayan insanları tanımlar. Rabbimiz bu şekilde toplumun içinde bir arada yaşayan insanların sahip olduğu "mallardan" bahsediyor. Öncelikle bu kavrama bakalım:
Arapça "mwl" kökünden gelen māl مال “menkul varlık, davar, zenginlik, servet” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça "wly" kökünden gelen "mawāli موالٍ “sahip olunanlar, yönetilenler” sözcüğünün fail veznidir. (3)
"Mal" kelimesinin doğuştan bütün (camit) bir kelime olmayıp Arapçada ismi mevsul ‘ma’, mülkiyet ifade eden ‘li’ ve 1. Tekil şahsa ait ‘y’ zamirinden yapılmış ‘bana ait olan şey’ anlamına bir terkip ‘=mâli’ olduğu; bu terkibin sonundaki şahıs zamiri atılarak ‘sahipli olan şey’ anlamına bir isim olmak üzere ‘mal’ (=mâli =mali =mâl = mal) sözcüğünün meydana geldiği; bu kelimenin daha müstakil bir kelime gibi tasrif edilerek çoğulunda ‘emvâl’, mal sahibi kılmak anlamında ‘temvil’ ve mal sahibi olma anlamında ‘temevvül’ şeklinde kullanıla geldiği belirtilmektedir. (4)
Kur'an'daki "mal" kavramının yukardaki tanımlardan biraz daha geniş olduğunu düşünüyorum. Makaleyi çok uzatmamak adına bu kavramı çok irdelemeden devam edeceğim. Kısaca benim kavramdan anladığım "kişiye ait olan her şey" onun malıdır. Ev, araba, bütün ziynet eşyaları, banka hesapları, maaş, hisse senetleri, şirket, dükkan, şahsi bütün eşyalar, arsalar, gerçek karşılığı olup olmadığına bakılmaksızın maddi getirisi olan, faydalanılan her şey kişinin malıdır. Bir yazar için romanları, bir doktor yada öğretmen için mesleği yine onun malıdır. Ayette Rabbimiz toplum içindeki insanların malları içinde kavramın şu ana kadar gördüğümüz tanımı ile "tepede, yüksekte olanlardan" bahsediyor. Yukarda bahsettiğimiz bütün mallardan bir toplumun içinde her insanın farklı derecelerde, miktarlarda malları vardır. Toplumun içindeki bu malların "yüksekte olan kısmından" bahsediyor Rabbimiz. İşçi olan Salih'in, memur olan Ahmet'in, doktor olan Ayşe'nin mallarından bahsetmiyor. Bizim ülkemizden düşünelim. Bütün bir Türkiye toplumunun içerisinde mal olarak sahip olunan şeylerden diğerlerine göre daha yüksekte, daha üstün, daha fazla, daha değerli olanlardan bahsediyor. Bir bakkal dükkanından değil dört tarafa yayılmış bir inşaat şirketinden bahsediyor. Bence en doğru karşılık "üst düzey gelir grubu" olacak. Kavramın ikinci kullanımı fiil formu. Bu gruba ait olanların mallarının "artması, yükselmesi, çoğalması" diyor ayet. Şu ana kadar gördüğümüz ayetlerdeki köke sadık kalarak verdiğimiz anlam ne ise aynı şekilde ayette yerine yerleştiriyoruz. Devam ediyor ayet: "Bu amaçla ne getirdiniz ise". Diğer meallerde "verdiniz" olarak gördüğünüz mealin burada neden "getirdiniz" olduğunu ifade edeyim:
"Ateytum:" Kök anlam olarak kolaylıkla gelmek demek. Gelmek olarak meal verilen birçok ayet var. Müfredatta "baş aşağı akan sel" örnek olarak verilmiş. (5) Türkçedeki "getirmek" kavramının köküne baktığımızda "geldirmek" anlamını görüyoruz. Yani gelmek ve getirmek aynı kökten. (6) Örnekten gidecek olursak kolayca gelen sel aynı zamanda su getirdiği için getirdiği şey de bu kökten kullanılıyor. Diğer meallerdeki "vermek" karşılığına dair benim bir dayanağım yok. Benim kökte gördüğüm anlam fiilin gelmek, getirmek anlamında olduğu. Şimdi bunu da yerine koyalım:
"Bir toplum içerisinde üst düzey gelir grubuna, yaşam standardında, üst düzey imkanlara sahip olanlara ait olanların
mallarının; artması, çoğalması, yükselmesi için ne getirirseniz getirin Allah indinde artmaz." Öncelikle şunu kavrayalım. Ayet bütün toplum içerisinde özel bir gruptan bahsediyor. "Yüksek tepeye sahip olanlardan" bahsediyor. Bu tanımın ne ifade ettiğini şu ana kadar ki ayetlerde açık şekilde gördük. Sadece maddi serveti çok olanlardan değil, toplum içinde makam, mal, sosyal statü vs herhangi bir sebeple üst düzey yaşam standardına, olanaklara, gelire sahip olan bir zümreden bahsediyor. İşte bu grubun sahip olduğu veya yönettiği "mallarının" daha da artması, çoğalması, yükselmesini sağlayacak olan herhangi bir şey getirir, herhangi bir şeyle gelirseniz bu Allah indinde kesinlikle artmaz diyor Rabbimiz. Diğer meallerde siz ayeti "malların artması için verilen faiz" olarak okuyorsunuz. Peki "faiz" nedir? Faiz ve riba aynı şeyler mi? Şimdi buna bakalım:
Faiz: Arapça fyḍ kökünden gelen fāˀiḍ فائض “artık, artan, taşıp dökülen, fazla” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça fāḍa فَاضَ “taştı, arttı, döküldü” fiilinin fail vezninde etken fiil sıfatıdır. (7) Arapça fe ye dad: fyd kökü ise: Su dökülür şekilde aktığında denir. Bir kimse bir kabı taşırıp akıtıncaya kadar doldurduğunda denir. Giyenin üzerinden taşan geniş zırh. (8)
Araf 50: O Ateşin yoldaşları O Cennetin yoldaşlarına şöyle nida ettiler; " O sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan üzerimize "dökün, taşırın, akıtın" Şöyle söylediler: "Şüphesiz Allah bu ikisini o kafirlerin üzerine haram kılmıştır"
Bugün bizim Türkçede terim olarak kullandığımız "faiz" kelimesi de Arapça bir kelime. Fazla gelip artan, taşan dökülen demek. Kur'an'da 9 ayetin tamamında fiil olarak geçmiş. Yani "faiz: artan, taşan şey" olarak hiç kullanılmamış. Miktar olarak fazla geldiği için artan, taşan bir şeyden bahsediyor. Temel anlamıyla yine suyun akıtılmasından bahsediyor. Bizim "riba" kavramında gördüğümüz "yüksek, üstün, değerli" bir konuma gelmek için "gelişme, artma, yükselme, çoğalmayı" içermiyor. Zaten ayetlerde ortaya çıkan sonuç birbirinden çok farklı. Peki biz Arapça kökenli olan "faiz" kelimesini ne anlamda kullanıyoruz:
"Faiz, borçlanma açısından parayı belirli bir süre elinde bulundurmanın bedelidir. Bir başka deyişle; bir borç anlaşmasının satışı sonucunda elde edilen gelir oranıdır." (9)
Bu tanım faizin bütün çeşitlerine temel teşkil eden tanımı. İki taraf arasında bir borçlanma söz konusu. Borç veren taraf bu anlaşmaya karşılık, verdiği borca karşılık bir gelir elde ediyor. İşte buna faiz deniliyor. Bu tanım bence Arapça olan kelimenin kökündeki tanımı yine karşılamıyor. Yani her halukarda bizim "faiz" olarak bugün hayatımızın içinde olan realite Kur'an'da kullanılan kök anlamına uygun bir tanımlama değil. Farklı bir anlamı var. Ve Rum suresi 39. ayetteki "riba" kavramının karşılığı da değil. Adım adım ilerliyoruz. Kalan ayetlerde "riba" kavramının bizim "faiz" tanımımıza karşılık gelen bir yansıması olup olmadığını inşaAllah beraber göreceğiz. Lakin şu ana kadar böyle bir manzara yok. Biz Rum suresi 39. ayette gördüğümüz "riba" tanımını da bizim kullandığımız "faiz" tanımını da içine alan bir örnek verelim:
Dünyada bir ülkede Ocak 2023 itibariyle konut satışlarında çok düşük oranlı bir kredi kampanyası yeniden başlatılıyor. Mevcut Yöneticiler sıfır konutlara 15 yıl vade ile 0.69 oranla kredi vereceğini açıklıyor. Yıllık enflasyonun % 200'ü aştığı bir dönemde toplumun her kesimi için cazip bir teklif. Yalnız Ocak 2023 dönemine kadar yaşanan ekonomik kriz, yabancılara konut satışının neredeyse koşulsuz yapılması, pandemi gibi sebeplerle satın alınacak sıfır konut neredeyse yok denecek kadar az. Zaten fiyatların tavan yaptığı bir dönemde mevcut göçmenlerle birlikte dar gelirliler bırakın ev satın almayı kiralayacak evi bile bulamıyorlar. Geçim sıkıntısından evlerini satmak zorunda kalan insanlar var fakat kampanya ille de ev sıfır olacak diyor. Bir sıfır evin fiyatı ise son 5 senede 3 kattan fazla artmış. Diğer yazılardan tanıdığımız Salih inşaatı kurma hayali "suya düşen" Salih yine örneğimizin baş kahramanı. Bir fabrikaya işçi olarak girip çalışmaya başlamış. Tabi ki kirada oturuyor. Ev sahibi kirayı 2 katına çıkarmak isterken, gazetede haberleri görünce mahallesindeki emlakçıya gidiyor. Durumu anlatıyor. Salih'e "kredi şartlarını taşıyan konut elimize yok" deniliyor. Salih inatçı, başka emlakçılara da gidiyor ama aldığı cevap aynı. Kredi şartlarını taşıması bir tarafa kendi muhitinde yeni yapılan sıfır konutu hiç bulamıyor. Bu nasıl iş diye düşünüyor Salih. Yöneticiler vatandaşları faydalansın diye çok hesaplı kredi veriyor ama bu seferde alacak ev yok. Derken otobüs durağındaki reklamı görüyor. Ankara'nın en işlek yerinde ülkenin en ünlü inşaat şirketlerinden biri yeni bir projeye başlamış afişte şöyle yazıyor: "0.69 oranla 15 yıl vadeyle hayallerinizdeki eve sahip olun." Salih durumu fark ediyor. Artık tecrübeli. Bu konutlardan ülkede o andaki mevcut koşullar sebebiyle sadece "üst düzey gelir grubunda" olanların faydalanabileceğini görüyor. Mevcut kredi şartlarını taşıyan, yeni başlayan projelerin neredeyse tamamı şehrin en değerli yerlerinde yapılan ve fiyatı milyonlardan başlayan konutlar. Bu konutları, ofisleri, rezidansları ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan dar gelirliler değil, bir tık daha rahat en azından karnı doyan orta direk de değil sadece piramitin en üstünde olan bir grubun alabileceğini anlıyor.
Bu örnekle riba ve faiz kavramına bakacağız. Rabbimiz Rum suresi 39. ayette "toplum içinde üst düzey gelire sahip olan, yüksekte olanların daha da artması için ne getirirseniz o Allah indinde artmaz diyordu. Rabbimiz zaten en üst gelire sahip olanlara daha da ayrıcalık getirecek, onları daha da geliştirip büyütecek hiçbir uygulamayı onaylamıyor. Örneğimizde sadece bu grubun kullanması için çıkarılmış ve "kitabına uydurulmuş" olan bu "ucuz krediyi" onaylamıyor. Rabbimiz verilen borcun belli bir artış ile geri ödenmesinden bahsetmiyor. Bildiğimiz anlamda faizden bahsetmiyor. Örnekteki "düşük faizli krediyi" "faizden" değil "sadece zaten fazlaca mal varlığı olanlara yönelik bir faydayı içerdiği için" onaylamıyor. Ülkenin en ayrıcalıklıları olan bir "zenginler, güçlüler" grubunu daha da zengin edecek daha da güçlendirecek ve tersinden de asıl ihtiyaç sahipleri olanlara artması, yükselmesi gelişmesi gerekenlere hiçbir faydası olmadığı için onaylamıyor. Bu durumda iki grub arasındaki gelir farkı azalmak yerine daha da artar. Aradaki uçurum gittikçe büyür. Sonuçta verilecek olan bu ayrıcalığın mali yükü yine dönüp dolaşıp dar gelirlinin sırtına binecek. Günün sonunda hayata geçirilen bu uygulama ile fakir daha da fakir olacak. Zengin ise mal varlığını batıl yoldan haksız yere kat kat artırmış olacak. Rabbimiz bu yüzden Allah indinde bu kesinlikle artmaz diyor. Allah indinde asıl kat kat artıranlar "Allah'ın yüzünü isteyerek zekatı getirenlerdir" diyor.
Rabbimiz "riba" kavramı ile ayetlerde açıkça beyan ettiği gibi aşağı, alçak, daha alt seviyede olanların daha yüksek, daha değerli bir konuma yükselmelerini anlatıyor. Bu süreç içerisindeki gelişmeyi, büyümeyi bu kelime ile tanımlıyor. İniş sırasında göre Rum suresi 39. ayete kadar anlattığı, beyan ettiği bu kavram ile insanların ise tersinden yüksekte olanların, üstün olanların daha da gelişmesi yükselmesi için çabaladıklarını söyleyip bu amellerinin Allah indinde bir artış getirmeyeceğini söylüyor. İniş sırasına göre bu ayete kadar Rabbimiz kavramın ne olduğunu neyi kapsadığını farklı yönlerden farklı ayetler ile açıkladı. Ve şimdi biz insanların bunun tersine yaptığımız uygulamalardan bahsediyor. Rab alt gelir grubunda olanların gelişmesi, artması, yükselmesi ve daha fazla olanağa daha iyi şartlara kavuşmasının yolunun bu olmadığını bu ayet ile bizlere beyan ediyor.
Borçlanma için tespit edilmiş herhangi bir faiz oranını "Rabbimiz onaylıyor" DEMİYORUM. Ayet ayet ilerlediğimiz bir kavram hakkında üzerinde durduğumuz ayetten ne anlıyorsam onu ifade ediyorum. Şu ana kadar okuduğumuz ayetler üzerinden değerlendirme yaptığımızı tekrar hatırlatıyorum. Kur'an'da bütün kavramların temelinde bir "kök anlam" var. Her şey onun üzerine yükseliyor. Bu anlamı fark eder ve zihninize "köşe taşı" yaparsanız kavramlarla ilgili ayetlerin bir şekilde bu taşa bağlandığını görüyorsunuz. Bugün "Müslümanlar" kendi aralarına birbirlerine borç verirken altın yada döviz olarak veriyor. 3 aylığına yakınlarınızdan elden aldığınız 9.000 TL ye tekabül eden borcu vadesi dolduğunda 11.000 lira olarak ödeyebiliyorsunuz. Çünkü bu dönemde altın veya döviz 3 ayda %20'yi aşan bir artış yaşıyor. Ve borcu veren yakınınız her fırsatta bankadan kredi çekmenin bütün şartlarda istisnasız haram olduğunu söylemeye devam ediyor. Yukardaki kredi örneğimize geri dönelim. % 200 enflasyonun olduğu bir dönemde 0,69 oranla 15 yıl vade ile milyonlarca TL kredi veren bir banka bu işlemden kâr edebilir mi? Kesinlikle hayır. Ama biz faizin tanımında "bir borç anlaşmasından elde edilen gelir" ifadesini görmüştük. Bankanın verdiği borçtan para kazanması gerekiyor ki bu kazandığı paranın adı faiz olsun. Yani mesele verilen borçtan daha fazla ödeme almak değil. 15 yıllık vadede neye göre daha az daha çok diyebiliriz. Mevcut ekonomik koşullarda bütün bu işlem sonucunda elinizde kâr kalması için belirlediğiniz orana "faiz" deniliyor. Günün sonunda bir kamu bankası olarak elinizde hiç kâr kalmıyor ise bu krediye "faizli kredi" diyebilir misiniz. Bence hayır. Bir kamu bankası olarak yapmanız gereken şey devletin onlardan aldığı vergiyi yine onlar için kullanmasına aracı olmaktır. Kâr gözetmeksizin insanların asli ihtiyaçlarını karşılamak adına kredi vermek devlet için zaten bir yükümlülüktür. Buradaki sorun bu kredinin kendisi değil krediden sadece "üst düzey gelir grubunda olanların; çaktırmadan, yasaya uygun şekilde, kılıfına uydurularak faydalanmalarının sağlanması." Örnek verdiğimiz kredi oranlarından eşit oranda bütün halk yararlanabiliyor olsaydı ve olabilecek herhangi bir kısıtlamadan hiç evi olmayanlar yani toplumun en düşük gelirine sahip olanlar istisnasız muaf tutulsaydı, bu şekilde kademeli bir sistemle düşük gelir gruplarına pozitif ayrımcılık yapılsaydı; 3 ay içerisinde verdiği borçtan TL bazında % 20 kâr yapmak mı yoksa kirasını 2 katına çıkarmaktan başka çaresi kalmayan bir kiracının %200 enflasyonun olduğu bir ortamda çok daha uygun şartlarda borçlanarak bu koşullar altında 15 yıl vade ile evini krediyle alması mı "haram" olurdu? İkisi de mi haram? ikisi de mi helal? Hangisi? Ben bir cevap vermiyorum sadece soru soruyorum şu an. Alemlerin Rabbi adına konuşmak, ahkam kesmek basit bir iş değil. Ben sadece kendi adıma konuşabilirim. Benim bu ayetlerden çıkardığım sonuca göre;
1: Mevcut kredi oranları "üst düzey gelir grubu için düşük oranda" iken geri kalan bütün toplum için "daha yüksek bir oran" olsaydı bütün toplum krediden faydalansa bile yine zengini daha zengin yapan bir uygulama olduğu için "riba" kapsamına girerdi.
2: Aynı orandan üst düzey gelir grubuna uzun seneler vade yapılırken toplumun diğer kalanına daha kısa vade yapılsaydı yine "riba" kapsamına girerdi.
3: Veya örnekteki gibi her şey yasal, çok cazip göründüğü halde, masum durduğu halde "kitabına uydurularak" herhangi bir yolla üst düzey gelir grubuna herhangi bir avantaj sağlayacak şekilde bir kredi borçlanması yapılıyorsa yine "riba" kapsamına girer.
4: Krediyi sadece ülkede baronlaşmış, ülkedeki paranın tamamına yakınını kontrol eden, istediği gibi manipülasyon yapan, her açıdan ülkede yüksek konumda olan yasa, hukuk dinlemeyen bir "zenginler kulübü"; ülkedeki şartlar değiştiği halde her durumda aynı geliri elde edecek şekilde toplumun diğer geri kalanlarından haksız kazanç elde edecek şekilde veriyorsa faiz oranı ne olursa olsun "riba" kapsamına girer.
5: Bu maddelerden herhangi birini içeren bir tüketici kredisi sıfır faizle verilse bile bana göre yine "riba" kapsamına girer. Örneğin devlet bütün vatandaşlarına faizsiz kredi verse ve herkes kendi oturduğu muhitten bir tane ev alabilir dese bana göre yine riba olur. Fakirin muhitinde ev 1 milyonken zengin kendi muhitindeki 10 milyonluk evi faizsiz alır. Böylelikle iki grup arasındaki fark yine kapanmak yerine daha da açılır.
Değerlendirdiğim şey tabi ki tüketici kredileri değil. "Riba" ile "faiz" arasındaki fark iyice anlaşılsın istiyorum. Kendini "Müslüman" olarak tanıtan ve bu ülkenin çok büyük çoğunluğunu oluşturan insanların "faiz" deyince verdikleri belli başlı yanıtlar var. Bugün bankalar sıfır faizli kredi vermeye başlasalar 1 seneye kalmaz ülkedeki ekonomik sorunların tamamının kendiliğinden çözüleceğini zannediyorlar. Bugünkü ekonomik, sosyal, kültürel bütün yozlaşmanın temelinde bankaların tüketiciye verdikleri faizli krediler olduğunu zannediyorlar. Riba kavramı ile görüyoruz ki: "Öyle değil!" Asıl sebep "riba". Bir toplumun içinde çok küçük bir azınlık geri kalanlardan "maddi anlamda çok yüksekte" ise buna paralel gücü, makamı, yetkisi de bir o kadar yükselir. Yetkiyi ele geçirdiği an kendi konumunu sağlamlaştırmak, dokunulmaz kılmak için kullanır. Kendini yeterince güvenceye aldığı an kendi kölelerini yetiştirmeye başlar. Ve sonunda o yer "tağutun" hüküm sürdüğü topraklar haline geliverir.
Ayetin devamındaki "zekat" kavramı ise "riba" ya karşıt şekilde kullanılmış. Şuan değinmeyeceğiz. Yeterince detaylı olduğunu düşündüğüm bu bölümü burada sonlandıralım.
Kaynakça;
2: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 136
4: Fahri Demir, İslam Hukukunda Mülkiyet ve Servet Dağılımı, İlmi yay. 1981 İstanbul s.14
5: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 107
8: Müfredat Ragıp El İsfahani Yusuf Türker Çevirisi S: 1148